Şâh-ı nakşibend Behâüddîn-i Buhârî “rahmetullahi teâlâ aleyh” buyurdu ki,
(Mürşid), islâm bilgilerini iyi bilen ve islâmiyyete tâm uyan, ihlâs sâhibi, Ehl-i sünnet âlimidir. Hadîs-i şerîfde, (Kıyâmete yakın hakîkî din bilgileri azalır. câhil din adamları, kendi görüşleri ile fetvâ vererek, insanları doğru yoldan sapdırırlar) buyuruldu. Allahü teâlânın rızâsına, sevgisine kavuşmak için, ihlâs, kalb-i selîm sâhibi olmak lâzımdır. Kalb de, ancak Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” inanmak, Onu sevmek ve Ona tâbi’ olmakla temizlenir. Bunun için, birinci yol, hayâtda olan bir Velîyi tanıyıp, Onun sözlerinden, kitâblarından Ehl-i sünnet i’tikâdını, ahkâm-ı islâmiyyeyi ve tesavvufun edeblerini öğrenmek ve bunlara uymak şartı ile, kalbini Onun kalbine bağlamakdır. Hakîkî âlim bulunmadığı zemânlarda, mürşid geçinen câhillere aldanmayıp, mevtâların rûhlarından feyz almağa çalışmalıdır. Sahte mürşidler, müslimânları sömüren tarîkatcılar çokdur. Din büyüklerinin, eskiden kalma, hâlis kitâblarını okuyup, ibâdetleri bunlara göre doğrultmalıdır. Tarîkatcılık, şeyhlik, mürîdlik gibi ismlerin perdesi altında iş gören zındıklara, mal ve din hırsızlarına aldanmamalı, bunlardan kaçınmalıdır. Hakîkî Velîyi, sahte şeyhden ayıran alâmet, hakîkî Velînin vera’ ve takvâ sâhibi olmasıdır. (Takvâ), Ehl-i sünnet i’tikâdına uygun olarak îmân edip, harâmlardan sakınmak demekdir. Şübheli olan şeylerden de sakınmağa (Vera’) denir. Ehl-i sünnet âlimleri, vera’ ve takvâ sâhibleri idi. Bir Velî, kendi üstâdlarından almış olduğu yazılı vesîkadan ve bütün sözlerinin, hareketlerinin ahkâm-ı islâmiyyeye uygun olmasından anlaşılır. Kalblerin, rûhların arasındaki bağ, inanmak, sevmek ve istemekdir. Her yerde çok bulunan câhil tarîkatcıları ve yalancı şeyhleri, hakîkî rehber sanmamalıdır. Böylelerin tuzaklarına düşerek dünyâda ve âhıretde se’âdetden mahrûm kalmamak için çok uyanık olmalıdır. İster Ehl-i sünnet olsun, ister bid’at sâhibi olsun, dînini dünyâ çıkarlarına âlet eden, ya’nî dünyâlığa kavuşmak için dîninden veren câhillere, (Din yobazı) denir. Kalbimiz temizdir diyerek harâmları, çirkin ve kötü şeyleri yapıyorlar. İyi niyyet ile yapılan her şey hasenât ve ibâdet olur diyorlar. Böyle açıkca günâh işliyenleri ve müslimânları aldatarak kendilerine mürîd toplayanları sevmemek, bunlara uymamak lâzımdır. Bunların fâsık olduklarını söylemek, sû-i zan olmaz. Ahmed Yesevî “rahmetullahi teâlâ aleyh” buyurdu ki, “Ahkâm-ı İslâmiyyeyi tam bilmeyen, tatbik etmeyen bir kimse, evliyâlık yolunda bulunmağa kalkarsa, bunun îmânını şeytan çalar. Emîr ve yasaklara uymakta gevşek olanlar, sonra da evliyâlık yolunda bulunduğunu, ilerlediğini, hattâ kendisinde ba’zı hâllerin meydana çıktığını zanneden kimseler bu noktada çok yanılırlar. Bu hâllerinin rahmânî olduğunu zannederler. Halbuki bilmezler ki, abdestte, namazda alış-verişte öyle noksanları vardır ki, yediği içtiği haramdır. Kendisinde var zannettiği o hâller, şeytanın oyunudur. Şeytan onu idâresine almış, istediği gibi hareket ettirmekte, o ise velî olduğunu zannetmektedir. Bunlar ne kadar zavallı ve bedbahttırlar.