• MEZHEBE UYMAK ve MEZHEB TAKLÎDİ
  • 1. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Kur’ân-ı kerîmin hepsini Eshâbına tefsîr etmişdir.Resûlullahın Kur’ân-ı kerîme verdiği ma’nâları, açıklamalarını anlamak istiyen, bir mezheb imâmının kitâblarını okur, bunlara uyar. Bu ise, Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem” ve Kur’ân-ı kerîme uymak demekdir. Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân”, Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” işitdiklerine uyardı. Onların herbiri bütün bilgileri asl kaynağından alıyordu. Hepsi, müctehid ve mezheb sâhibi idiler.

    2. Mezheb imâmı demek, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” Kur’ân-ı kerîmden çıkardığı ma’nâları, Eshâb-ı kirâmdan işiterek toplayan, kitâba geçiren büyük âlim demekdir.

    3. Hicretin dördüncü asrından sonra, dünyâda, ictihâd edebilecek âlim hiç kalmadı. Bütün müslimânların, dört mezhebden birine uymaları lâzımdır. Şimdi, Kur’ân-ı kerîmi ve hadîs-i şerîfi anlayıp bunlardan ahkâm çıkaracak ilm sâhibi yokdur. Mezheb imâmını taklîd ederek, Kur’ân-ı kerîme ve Resûlullahın sünnetine “sallallahü aleyhi ve sellem” uyulmuş olur.

    4. Şimdi ba’zı câhiller, kendilerini âlim sanıyorlar. Kur’ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden hükm çıkarmağa kalkışıyorlar. Mezheb imâmlarından birini taklîd etmeğe ihtiyâcımız yok diyorlar. Hattâ mezheb imâmlarının ictihâd buyurdukları, anladıkları bilgileri beğenmiyor, bunlar zemânımıza uymaz diyorlar.

    5. Herkes Kur’ân ve hadîs okumalı, dînini bunlardan kendi anlamalı, mezheb kitâblarını okumamalıdır diyerek, bütün müslimânları felâkete sürükliyorlar.

    6. Her müslimân, (Ehl-i sünnet) i’tikâdında olmalı ve dört mezhebden birine uymalıdır.

    7. (Ahkâm-ı islâmiyye)yi bildiren ilme (Fıkh ilmi) adı verildi. Fıkh bilgilerini bilen kimseye (Fakîh) denir. Fıkh ilmi, insanların yapması ve yapmaması lâzım olan işleri bildirir.

    8. Fıkh bilgileri, Kur’ân-ı kerîmden, hadîs-i şerîflerden, icmâ’-ı ümmetden ve kıyâsdan meydâna gelmekdedir. Fıkh bilgisinin bu dört kaynağına (Edille-i şer’ıyye) denir.

    9. Müctehidler, bu dört kaynakdan ahkâm çıkarırlarken dört (mezheb)e ayrılmışlardır.

    10.Eshâb-ı kirâma “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” ve bunlardan sonraki asrda gelen müctehidlere (Selef-i sâlihîn) denir. Selef-i sâlihînin sözbirliğine (İcmâ’-ı ümmet) denir.

    11.Kur’ân-ı kerîmden veyâ hadîs-i şerîflerden veyâ icmâ’-ı ümmetden çıkarılan ahkâm-ı islâmiyyeye (Kıyâs-ı fükahâ) denir.

    12.Dört mezhebin i’tikâdı birbirinin aynıdır. Dört mezhebden birinin îmân ve fıkh bilgilerine tâbi’ olan [uyan] bir müslimâna (Ehl-i sünnet) veyâ (Sünnî) denir

    13.Ebû Hanîfe hazretleri, za’îf hadîs ile bildirilen şey üzerinde bile ictihâd yapmazdı. Mezheb imâmlarının hepsi, bir soru ile karşılaşdıkları zemân, bunun cevâbını, önce Kur’ân-ı kerîmde ararlardı. Kur’ân-ı kerîmde açıkca bulamazlarsa, hadîs-i şerîflerde ararlardı. Hadîs-i şerîflerde bulamazlarsa, (İcmâ’-ı ümmet)de ararlardı. İcmâ’da da bulamayınca, bu soruya benzeyen başka sorunun, Kitâb, sünnet ve icmâ’da bulunan cevâbına (Kıyâs) ederek, benzeterek, ictihâd edip cevâbını bulurlardı.

    14.Bu müctehidlerin ve Eshâb-ı kirâmın mezheblerinden yalnız dördü kitâblara geçip, dünyânın her yerine yayıldı. Diğerlerinin mezhebleri unutuldu.

    15.Fıkhda mezheb sâhibleri, dört imâmdır. Bunların mezhebleri içinde müctehid-i fil-mezheb makâmına yetişenler vardır.Bunlar; Hanefîde, imâm-ı Muhammed ve imâm-ı Ebû Yûsüf, Şâfi’îde, imâm-ı Nevevî ve imâm-ı Râfi’î, imâm-ı Muhammed Gazâlî gibi olanlardır.Bunlardan başkasının ictihâdları, bunların ictihâdıdır. Ya’nî bunların ictihâdına uyarsa, kabûl olunur.

    16.Biz mukallidler, tefsîr ilmini bilmediğimiz için, ahkâm-ı islâmiyyeyi, din imâmlarımızın kitâblarından öğreniyoruz. Mezheb imâmlarımız, Kur’ân-ı kerîmin ma’nâsını, Tâbi’înden ve Eshâb-ı kirâmdan öğrenerek, bizim kolay anlıyabileceğimiz şeklde, kitâblarına yazmışlardır.

    17.Mukallidlerin, Eshâb-ı kirâm böyle yapardı diyerek veyâ âyet-i kerîmeden ve hadîs-i şerîflerden ma’nâ çıkararak, kendi anladığına göre hareket etmesi câiz değildir.

    18.Bütün müslimânlar, âlimler, Velîler, bu dört mezhebden birine uydular. Hiçbiri, kendinin müctehid olduğunu iddi’â etmedi. Dört mezhebin hiçbiri, Kur’ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden kıl kadar ayrılmamışdır. Hepsi, müslimânlara, Kitâb ile sünneti açıklamışlardır.

    19.Her müslimânın ibâdet yaparken ve harâmdan sakınırken, kendi mezhebi âlimlerinin, (Fetvâ böyledir), (En iyisi budur), (En doğru söz budur) gibi bildirdiklerine uyması lâzımdır.

    20.Kendi arzûsu ile yapdığı bir şey, buna uymasına mâni’ olur ve bu mâni’ olmanın önlenmesinde (harac), meşakkat bulunursa, kendi mezhebinde doğru olduğu bildirilen başka bir söze uyması lâzımdır.

    21.Böyle de yapamazsa, hanefî mezhebinde bulunan kimse, hanefî mezhebindeki âlimlerin fetvâ olarak seçilmemiş za’îf sözlerine uyarak, işini görür.

    22.Birçok ahkâm, zemânın değişmesi ile değişir. Harac olunca, za’îf rivâyet ile amel olunur. Bundan da anlaşılıyor ki, ahkâmın zemân ile değişmesi demek, zor vaziyyetde bulunan kimse, mezheb âlimlerinin meşhûr olmıyan ictihâdlarına uyabilir demekdir. Herkes kolayına geleni yapsın demek değildir.

    23.Yapılmasında güçlük olduğu zemân, kendi mezhebi kolaylık gösteriyorsa veyâ yapılmasını afv ediyorsa, başka mezhebi taklîd etmeğe lüzûm kalmaz.

    24.Böyle kurtuluş yolu da bulamazsa, diğer üç mezhebden birini taklîd ederek o işi yapar.

    25.Başka bir mezhebi taklîd etmesi de mümkin olmazsa, haraca sebeb olan şeyi yapmasında zarûret olup olmadığına bakılır:

    • A — Haraca sebeb olan şeyi yapmasında zarûret varsa, o farzı terk etmesi veyâ harâmı zarûret mikdârı işlemesi câiz olur. Zarûret ile yapılan şeyde, zarûret bitince harac devâm ederse, yine böyledir.
    • B — Haraca sebeb olan şey, zarûret olmadan yapılmış veyâ zarûret ile birkaç şey yapılabilir ve bunlardan harac bulunan şeyi yapmağı seçerse, farzı terk etmesi câiz olmaz. Fıkh âlimleri, bu kâ’ideye uyarak birçok mes’eleyi çözmüşlerdir.

    26.Zarûret olan her işde de başka mezhebi taklîd câizdir, İkinci kavle göre, zarûret olsa da, olmasa da, harac, güçlük olduğu zemân, diğer üç mezhebden biri taklîd edilir.

    27.Bir işi yaparken bir mezhebe uyduktan sonra, ayrıca diğer üç mezhebe de mümkün olduğu kadar uyulursa, buna takva denir ki, çok sevap olur.

    28.Gücü yetenlerin, dört mezhepte azimet olan yolda bulunmaları Vera ve Takva olur, çok iyi olur. Aciz olanların dört mezhebin ruhsatlarını yapması caiz olur.

    29.Aciz olmayanın, kendi mezhebindeki ruhsatları yapmaması, azimetleri yapması vaciptir. Hatta, kendi mezhebinde yalnız ruhsatı bulunan işin, başka mezhepte azimeti varsa, o azimeti yapması vacib olur.

    30.Azimet olan işi yapabilecek kimsenin, kolay işi yapmaya kalkışması, din ile oynamak olur. Azimeti yapmaktan aciz olan, özürlü olan kimsenin ruhsat olanı yapması caiz olur.

    31.Mezhebinde mekruh olmayan bir şey, başka mezhepte farz ise, bunu yapmak müstehabtır.

    32.Abdest ve guslde başka mezhebi taklîd etmek câizdir. Bunun için, o mezhebin şartlarına da uymak lâzımdır. Bütün şartlarına uymazsa, taklîd câiz olmaz.

    33.Dört mezhebin kolaylıklarını araşdırıp, bunları bir araya toplayarak, yeni bir kolaylıklar mezhebi uydurmağa (Telfîk-ı mezâhib) denir. Câiz değildir.

    34.Harac olmadan ve şartlarını yapmadan taklîd ederse, buna (Müleffık) denir ki, kolayları arayıp toplayıcıdır. Bu, câiz değildir.

    35.Ruhsatla amel etmek, ruhsatları araşdırmağa yol açmamalıdır. Çünki nefse, şeytâna uyarak, mezheblerin kolay yerlerini araşdırıp toplamak, ya’nî (Telfîk) etmek harâmdır.

    36.Dinimizin bildirdiği bir özrü yani mazereti olmayan kimsenin, kendi mezhebindeki ruhsatla amel etmesi caiz olmaz. Böyle olan kimsenin, başka mezheplerdeki kolaylıkları araştırması, mezhepleri telfik etmesi, birleştirmesi ise hiç caiz olmaz.

    37.İslâmiyetin bildirdiği hükümlere uymaktan kurtulmak için, mezheplerin ruhsatlarını, kolaylıklarını araştırıp, bunlara göre iş yapmak caiz değildir. Böyle araştırmaya Telfîk denir.

    38.Özrü olmayan kimseye kendi mezhebinde ruhsat ile amel caiz olmayınca, başka mezheplerdeki kolaylıkları araştırmanın, yani mezhepleri Telfik etmenin, karıştırarak birleştirmenin hiç caiz olmadığı anlaşılmaktadır.

    39.Bir ibadeti yaparken, şartlarından biri bir mezhebe, başka biri de başka mezhebe uygun olursa, bu ibadet sahih olmaz.

    40.Mesela, deriden kan akarsa, Hanefi mezhebinde abdest bozulur, Şafii mezhebinde bozulmaz. Bir erkek, yabancı kadının derisine dokununca, Şafiide, ikisinin de abdesti bozulur, Hanefide ikisinin de bozulmaz. Derisinden kan aksa ve kadına da dokunsa, her iki mezhebe göre abdesti bozulur. Bu abdest ile kıldığı namaz sahih olmaz. 'Bunun abdesti, bir mezhebe göre sahih olmadığı zaman, diğer mezhebe göre sahih oluyor. Namazı sahih olur' denilemez. Bu kimse, iki mezhebi Telfîk etmekte, karıştırmaktadır. Böyle kimseye Müleffık denir. Müleffıkın ibadetinin sahih olmayacağı söz birliği ile bildirilmiştir.

    41.Doğru olan dört mezhebden birini taklîde başlayınca, ihtiyâc olmadıkça, başka mezheb taklîd edilmez. Fekat, bir işi yapmakda kendi mezhebini taklîd güç olursa, o işi dört mezhebden birini taklîd ederek yapması câiz olur. Dört mezhebi (telfîk) etmek, ya’nî bir işi yapmak için, dört mezhebin kolaylıklarını toplıyarak, bu işi bu kolaylıklara uygun yapmak câiz değildir.

    42.Başka mezhebi taklîd ederken, o işin o mezhebde sahîh olmasına mâni’ olan, fekat kendi mezhebinde veyâ diğer bir üçüncü mezhebde mâni’ olmıyan ikinci bir harac hâsıl olursa, bu işi her üç mezhebe göre yapmağa devâm eder. âlimlerin câiz dedikleri telfîk, böyle iki özr ile yapılan taklîddir. Üçüncü mezhebi taklîde imkân yoksa, kendi mezhebindeki özrü zarûret hâline girerek ibâdeti sahîh olur. İkinci özr devâmlı değil ise, bu özr bulunmadığı zemânlardaki ibâdeti, bu mezhebe göre sahîh olur. Görülüyor ki, ikinci mezhebe göre de özrü hâsıl olanın, üçüncü mezhebi taklîd etmesi telfîk değildir.

    43.Bir yara iyi oldukdan sonra, üzerindeki ilâca, merheme, sargıya mesh etmek câiz değil,bunları çıkarıp, altını yıkamak lâzımdır. Bunları kaldırmakda harac olursa bunlar, kendiliğinden hâsıl olan bir zarûret olmadıkları için, başka mezheb taklîd edilir. Başka üç mezhebde de harac varsa, altlarını yıkamak sâkıt olur. Çünki, bunlar, zarûret ile konulmuş idiler. Ya’nî yarayı tedâvî etmek, eski hâline getirmek için konulmuşlardı.

    44.Bir ibâdeti yaparken, başka mezhebi taklîd etmek için, kendi mezhebine göre yapmakda harac, meşakkat bulunması lâzımdır. Meşakkat, zorluk yok iken, taklîd edilmez.

    45.Mâlikî veyâ şâfi’î mezhebini taklîd etmek, hanefî mezhebinden çıkmak demek, ya’nî mezheb değişdirmek demek değildir. Yalnız guslde, abdestde ve nemâzda, hanefî mezhebi ile birlikde mâlikî veyâ şâfi’î mezhebinin şart ve müfsidlerine de uymakdadır. Özrü olmıyanların da, başka mezhebin farzlarına ve müfsidlerine uyması müstehabdır.

    46.Hanefîde câiz olmıyan birşeyi, şâfi’îde veyâ mâlikîde câiz olduğu için, zarûret ve harac olmadan yapamaz. Meselâ sağlam olan, mâlikî mezhebini taklîd eden hanefînin, derisinden kan akınca veyâ idrâr kaçırınca, abdest alması lâzımdır. Bunun, vitr nemâzını vâcib olarak kılması, yüzdört kilometreden az uzak yerde seferî olmaması ve dört günden az seferî olduğu yerde nemâzlarını cem’ etmemesi lâzımdır.

    47.Diğer üç mezhebde de harac varsa, zarûret aranır. Zarûret de varsa, bu işi terk etmek, yapmamak câiz olur. Yara üzerindeki sargıyı çıkarıp, yarayı yıkamak yaraya zarar verdiği zemân, başka mezhebi taklîde imkân olmadığı için, yarayı yıkamanın afv olarak, sargıya mesh etmenin câiz olması böyledir.

    48.Bâliga olmamış, gösterişli kız da, kadın gibidir. Ya’nî mahremsiz sefere çıkamaz. Hanefî mezhebinde, kadının mahremsiz sefere çıkması, sözbirliği ile harâmdır. Şâfi’î mezhebinde, kadının mahremi olmadan, emîn kadınlarla birlikde, yalnız hacca gitmesi câizdir). Hanefî kadın, Şâfi’îyi taklîd ederek, böyle hacca gidemez. Çünki, mezheb taklîdi, ancak emr olunan bir iş yapılırken, meşakkat, sıkıntı olduğu zemân, bu sıkıntıdan kurtulmak içindir. Mahrem bir erkeği bulunmıyan kadının hacca gitmesi emr olunmadı ki, Şâfi’îyi taklîd etmek lâzım olsun. Ya’nî, mahremi olmıyan kadına hacca gitmek farz olmaz.

    49.Bir işin, bir ibâdetin sahîh olması için, dört mezhebden herhangi birine uygun olması lâzımdır. Ya’nî, o işin sahîh olması için, bir mezhebde uyulması lâzım olan şartların hepsine uygun olması lâzımdır. Bir ibâdeti yaparken, şartlarından biri bir mezhebe, başka biri de başka mezhebe uygun olursa, bu ibâdet sahîh olmaz.

    50.Meselâ, deriden kan akarsa, Hanefî mezhebinde abdest bozulur. Şâfi’î mezhebinde bozulmaz. Bir erkek, yabancı kadının derisine dokununca, Şâfi’îde, ikisinin de abdesti bozulur. Hanefîde ikisinin de bozulmaz. Derisinden kan aksa ve kadına da dokunsa, her iki mezhebe göre abdesti bozulur. Bu abdest ile kıldığı nemâz sahîh olmaz. (Bunun abdesti, bir mezhebe göre sahîh olmadığı zemân, diğer mezhebe göre sahîh oluyor. Nemâzı sahîh olur) denilemez. Bu kimse, iki mezhebi (Telfîk) etmekde, karışdırmakdadır. Böyle kimseye (Müleffık) denir. Müleffıkın ibâdetinin sahîh olmıyacağı sözbirliği ile bildirilmişdir.

    51.Bir ibâdetin bir şartı bir mezhebe, başka şartı da başka mezhebe göre sahîh olursa, bu ibâdet sahîh olmaz.

    52.Menfe’ati için, zevki için, çeşidli işlerini, çeşidli mezheblere uyarak yapmak telfîk olur.