AnaSayfa
  • Kuran-ı Kerim
    Kuran-ı Kerim Oku
  • Sevgili Peygamberim
    Sevgili Peygamberim Oku
    Sevgili Peygamberim Dinle
  • Ehl-i Sünnet Kitapları
  • İletişim
  1. Anasayfa
  2. Altın Nasihatler
  • Hucvîrî(Rahmetullahi aleyh)

    “Evliyânın sohbetinde bulunanlar, herkese, hâllerine, derecelerine göre muâmele ederler.


  • Hucvîrî(Rahmetullahi aleyh)

    “Bil ki, açlığın şerefi büyüktür. Açlık, bütün büyük zâtlarca medhedilmiştir. Mi’desi boş olanın hafızası, tok olandan daha kuvvetli, aklı ve zekâsı daha düzgün ve bedeni daha sıhhatli olur. Nefsin arzularına muhalefet ederek, açlıkla nefslerini terbiye edip hazırlamış olanlar, boğazına, mi’desine düşkün olmazlar. Açlık, nefse boyun eğdirir, kalbin itaat etmesine, yumuşak olmasına sebep olur. Nefsânî arzu ve istekler açlık ile yok olup giderler.”


  • Hucvîrî(Rahmetullahi aleyh)

    Namaz öyle bir ibâdettir ki, talibleri baştan sona kadar Hak teâlânın yolunu onda bulurlar. Abdest, kul için tövbe yeridir.


  • Hucvîrî(Rahmetullahi aleyh)

    Kalbin imânının alâmeti, tevhîd i’tikâdıdır. Gözün imânı, men edilen şeylerden gözü korumaktır. Kulağın imânı, Allahü teâlânın kelâmı olan Kur’ân-ı kerîmi dinlemektir. Dilin imânı, doğru sözdür. Hülâsa hakiki ma’nâdaki imân, kulun bütün varlığı ile Allahü teâlâyı talebte çok gayretli olmasıdır.


  • Hucvîrî(Rahmetullahi aleyh)

    Nefse muhalefet etmek, yapılan bütün ibâdetlerin başıdır. Kul nefse muhalefet etmekle, Hak teâlâya giden yola kavuşur. Çünkü kul nefsinin esîri olmuşsa, helak olmuş demektir.


  • Hucvîrî(Rahmetullahi aleyh)

    Allahü teâlâdan, vermiş olduğu dünyalıklardan, ya’nî mal, mülk ile râzı olan helâka ve hüsrana uğrar. Rızâsı baştan sona kadar ateş olur. Ve sonunda Cehenneme gider. Çünkü dünyânın O’nun yanında hiç kıymeti yoktur. Allahü teâlâdan dostluğu ve safâsı ile râzı olanlar, O’na âşık olanlardır. Bunların kalbleri, Allahü teâlâdan başka birşeyi düşünmez.


  • Hucvîrî(Rahmetullahi aleyh)

    Rızâ; Allahü teâlânın kulundan râzı olması, kulun Hak teâlâdan râzı olması şeklinde iki çeşittir. Allahü teâlânın rızâsının hakîkati; kuluna sevâb, ni’met, kerâmet ve ikram irâde etmesidir. Allahü teâlânın rızâsı, O’nun irâdesidir. Kulun rızâsı ise, Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmesi ve hükümlerine boyun eğmesidir.


  • Hucvîrî(Rahmetullahi aleyh)

    Kulun ilmi: insanın ilmi, Allahü teâlâyı tanıma ve O’nun ile ilgili olması lâzımdır. Yeri geldiği zaman zâhirî ve bâtınî amellerle ilgili ilmi öğrenmek kul üzerine farzdır.


  • Hucvîrî(Rahmetullahi aleyh)

    İlimsiz amel, amelsiz ilim olmaz. Kul bilmelidir ki, az ilimle birçok ameli yapabilir, İlmin amelle beraber bulunması lâzımdır.


  • Hatîb-i Bağdadî (Ahmed bin Ali el-Bağdâdî)(Rahmetullahi aleyh)

    Cenâb-ı Hak, ilimden yüz çevirmek ve onu hafife almak ve yalanlamak maksadıyle ilmi terk edeni, kelbe (köpeğe) benzetmiştir.


  • Hasen bin Muhammed Nişâbûrî (Rahmetullahi aleyh)

    “Kul Rabbinden başka kimden yardım diler?
    İnsan şiddet ve keder ânında kime yalvarır?
    Dünyânın ve dünyâda bulunanların sahibi kimdir?
    Uzak-yakın, her yerde sıkıntıyı kaldıran rahatlığa kavuşturan kimdir?
    Musibetler yağarken kim kaldırır?
    Ey Rabbim! Bunları ancak sen yaparsın, sen ihsân edersin.”


  • Hasen bin Muhammed Nişâbûrî (Rahmetullahi aleyh)

    “Allahü teâlânın yarattığı herşeyde bir hikmet vardır.
    Öyleyse sabret, çünkü sabırda güzel neticeler vardır.
    Günlerin getirdiği musibetleri eğer sen sabırla karşılarsan, bu sabrından dolayı ma’nevî mertebelere ve iyiliklere kavuşursun.
    Zorluklar, musibetler, karanlık bir gece gibi çökünce, mutlaka karanlık geceyi aydınlatan yıldızların doğuşu gibi bir kolaylık doğar.”


  • Hasen bin Muhammed Nişâbûrî (Rahmetullahi aleyh)

    “Zaman içinde sabredilemeyecek derecede hâdise olabilir.
    Fakat insan için, hayatında sevinç ve neş’e günleri de vardır.
    Onun için karşılaşılan meşakkatler ve kederler, insanı korkutmamalıdır.”


  • Ebû Mensûr El-Bağdadî (Abdülkâdir Bağdâdî) (Rahmetullahi aleyh)

    “Ehl-i sünnet, Peygamber efendimizin torunları olan oniki İmâm “Hazreti Ali bin Ebî Tâlib, Hazreti Hasen, Hazreti Hüseyn, Zeynel’âbidîn, Muhammed Bâkır, Ca’fer-i Sâdık, Mûsâ Kâzım, Ali Rızâ, Muhammed Cevâd Takî, Ali Nakî, Hasen Askerî Zekî ve Muhammed Mehdî (r.aleyhim) ve diğer meşhûr torunlarına (seyyidler ve şerîfler) sevgi ve hürmet göstermişler, onların îmân ile vefât ettiklerini bildirmişlerdir.”


  • Ahmed bin Hadreveyh el-Belhî (Rahmetullahi aleyh)

    “Kim Allahü teâlâ ile beraber olmak, O’nun rızâsına kavuşmak isterse sadâkat göstersin. Çünkü Allahü teâlâ sâdıklar ile beraberdir.”


  • Ebü’l-Hasen el-Ateşî (Rahmetullahi aleyh)

    “Allahü teâlâ bir kimseye gadab edince, verdiği üç ni’metten onu mahrûm eder. Birincisi, sâlihlerin sohbetine kavuşturur, fakat istifâde etmekten mahrûm eder. İkincisi, o kula sâlih amel işlemek nasîb eder, fakat ihlâstan mahrûm bırakır. Üçüncüsü, hikmet verir, fakat o hikmette sadâkat göstermekten mahrûm eder.”


  • Fudayl bin Iyâd (Rahmetullahi aleyh)

    “İnsanların görmesi ve takdîr etmesi için amel etmek, iş yapmak, riya ve şirktir. İhlâs ile amel edeni, sırf Allah için iş yapanı, Allahü teâlâ riyadan ve şirkten korur.”


  • Cüneyd-i Bağdadî (Rahmetullahi aleyh)

    Cüneyd-i Bağdadî hazretlerine denildi ki, “Allahü teâlânın rızâsına nasıl kavuşulur?” “Dünyâya düşkün olmayı terket kavuşursun. Nefsin hevâsına uyma, ulaşırsın” buyurdu. Denildi ki: işini, nefsin hevâ ve hevesine bırakma, seni zulmete sürükler. Çünkü o zulmetten yaratıldı.


  • Lokman Hakîm Aleyhisselam

    Lokman Hakîm’e, oğlu: “Ey babacığım, bir insan için en hayırlı haslet nedir?” dedi. Lokman Hakîm “Dindir” dedi. “Ya iki haslet olsa?” dedi. “Din ve mal” buyurdu. “Üç haslet olsa?” dedi. “Din, mal ve hayadır” buyurdu. “Dört olsa?” dedi. “Din, mal, haya ve güzel ahlâk” dedi. “Ya beş haslet olsa?” deyince, “Din, mal, haya, güzel ahlâk ve sehâvet (cömertliktir)” buyurdu. “Altı olsa?” deyince, “Ey oğlum, bir insanda bu beş haslet toplanırsa, o insan mütteki, velî ve Allahın kendine yakın kıldığı kullarından olup şeytandan uzaklaşır” buyurdu. Lokman Hakîm’in oğlu devamla “Ey babacığım, en kötü haslet nedir?” dedi. Lokman Hakîm: “En kötü haslet küfürdür” buyurdu. Oğlu “Ya en kötü iki haslet nedir?” deyince, “Küfür ve kibir” buyurdu. “Üç olursa?” deyince, “Küfür, kibir, şükrün azlığı, az şükretmek” buyurdu. “Dört olursa?” deyince, “Küfür, kibir, şükür azlığı ve cimriliktir” buyurdu. “Beş olursa?” deyince, “Küfür, kibir, şükür azlığı, cimrilik ve kötü ahlâktır” buyurdu. “Ey babacığım altı olursa?” deyince, “Ey oğulcuğum, bu beş kötü haslet bir kimsede toplanınca, o kimse şakidir. Allahü teâlâdan uzaktır” buyurdu.


  • Sehl bin Abdullah (Rahmetullahi aleyh)

    “Nefsinizi üç şey ile edeblendiriniz: Gâfil kimselerle birlikte bulunmayınız. Çünkü onlar dünyâ işlerine dalarlar (Kendilerini unuturlar). Nefsin, yasak edilen şeylere dalmasına ve uyumada, yemede ve içmede (mubahlarda) aşırı gitmesine engel olunuz. Bir de helâl lokma yiyiniz...”


  • Zünnûn-i Mısrî (Rahmetullahi aleyh)

    “Kul, ne ile Cennete girer?” Buyurdu ki: “Sapmayan doğru bir istikâmet, yanılma olmayan bir çalışma, yalnız ve başkaları ile beraber olduğunda murâkabe hâlinde olmak, Allahü teâlânın gördüğünü unutmamaktır, ölüme hazırlanıp, beklemek, hesap günü gelip çatmadan nefsi hesaba çekmektir.


  • Ebû Hafs (Rahmetullahi aleyh)

    “İnsanlar arasında oturup onlara va’z ve nasihat ederken, kendi nefsine ve kalbine va’z et, onların senin etrâfında toplanması seni gurûrlandırmasın. Çünkü onlar, senin dışını görüyor. Allahü teâlâ ise kalbini ve düşüncelerini de biliyor.”


  • Ahmed bin Ebî Havari (Rahmetullahi aleyh)

    “Kul kalbiyle pişman olmadıkça, diliyle istiğfar etmedikçe ve kendi üzerinde hakkı olan hak sahiblerinin hakkını ödemedikçe tövbe etmiş olmaz. Kul ibâdete yönelir, kulluğunu yaparsa, tövbeye ve zühde ulaşır. Zühde kavuşunca, sadâkata, sıdka kavuşur. Sıdka kavuşunca, tevekküle, bununla da istikâmete kavuşur.


  • Yûsuf bin Esbat (Rahmetullahi aleyh)

    Tövbenin on derecesi vardır:
    1. Cehâletten uzaklaşmak,
    2. Tembelliği terk etmek,
    3. Münkerattan tevelli, kötülüklerden uzaklaşmak,
    4. Beğenilen ve râzı olunulan işleri yapmak,
    5. Hayırlara koşmak, hayır işlerde yarışmak,
    6. Tashih-i tövbe, tövbeyi tam ve doğru yapmak,
    7. Lüzûm-ün-nevbe günahları terk edip hakka yönelmek,
    8. Hak sahiblerinin haklarını ödemek (Edâ-i mezalim),
    9. Taleb-il-megânim, fırsatları ganîmet bilmek,
    10. Kalbin tasviyesi, kötülüklerden temizlenmesi.


  • Şakîk-i Belhî (Rahmetullahi aleyh)

    “İnsanları iki şey helak eder. Biri, tövbe ederim diyerek günah işlemeleri, diğeri de sonra yaparım diyerek tövbeyi geciktirmeleridir.”


  • Muhammed bin Ali el-Kettânî (Rahmetullahi aleyh)

    “İstiğfar, tövbe demektir. Tövbe ise, altı ma’nâyı içine alan bir isimdir. Birincisi; yapmış olduğu günaha pişmanlık duymak, ikincisi; yapmış olduğu günahı bir daha işlememeye azmetmek, karar vermek. Üçüncüsü; Allahü teâlâya karşı yapmakla mükellef olduğu farzları eda etmek. Dördüncüsü; hakkı geçenlerin haklarını vermek. Beşincisi; haramları atmak için, onunla beslenen vücûdunu eritmek. Altıncısı; bedene, günahların tadını tattırdığı gibi, tâatların acısını da tattırmak.


  • Cüneyd-i Bağdadî (Rahmetullahi aleyh)

    “Allah adamının, tasavvuf ehlinin üç vasfı vardır Toprak gibidir. İyiye de, kötü kimseye de verir. Bulut gibidir, herşeyi gölgeler. Yağmur gibidir, sevilen kimseyi de, sevilmeyen kimseyi de sular.”


  • Cüneyd-i Bağdadî (Rahmetullahi aleyh)

    “Tasavvuf ehlinin kalbi, İbrâhim aleyhisselâmın kalbi gibi dünyâya düşkün olmaktan uzak ve Allahü teâlânın emirlerine itaatkârdır. Teslimiyeti, İsmâil aleyhisselâmın teslimiyeti gibidir. Hüznü, Dâvûd aleyhisselâmın hüznü gibi, fakri, Îsâ aleyhisselâmın fakri gibidir. Sabrı, Eyyûb aleyhisselâmın sabrı gibi, şevki, Mûsâ aleyhisselâmın duâ ederken gösterdiği şevk gibidir. İhlâsı da, Muhammed aleyhisselâmın ihlâsı gibi olan kimsedir.”


  • Cüneyd-i Bağdadî (Rahmetullahi aleyh)

    “Tasavvuf ehli, toprak gibidir. Toprağa kötü şeyler atılır. Fakat toprak iyi şeylerle (çiçek v.s.) karşılar, güzel şeyler verir.”


  • Ma’rûf-i Kerhî (Rahmetullahi aleyh)

    “Tasavvuf; hakîkatlere sarılmak, derin, ince, ma’nâlı konuşmak ve insanlardan birşey beklememektir.”


  • Ebû Saîd-i Ebü’l-Hayr (Rahmetullahi aleyh)

    “Allahü teâlânın dört kitabından, şu dört söz seçilmiştir Tevrat’da “Kanâat eden doyar.” İncîl’de “Uzlet eden (insanlardan ayrı yaşayan) kurtuldu.” Zebur’da “Susan, az konuşan kurtuldu.” Kur’ân-ı kerîmde de “Allahü teâlâya tevekkül edene Allah kâfidir.”


  • Ebû Saîd-i Ebü’l-Hayr (Rahmetullahi aleyh)

    “Allahü teâlâ ile kul arasında perde, yer ve gök değildir. Arş ve Kürsî de değildir. Perde, insanın benliğidir. Bu aradan kaldırılırsa Allaha kavuşulur.”


  • Ebû Saîd-i Ebü’l-Hayr (Rahmetullahi aleyh)

    “Tasavvuf; başındaki sevdayı atmak, elindeki dünyâyı dağıtmak ve vâki olanda karar kılmaktır.”


  • Ebû Saîd-i Ebü’l-Hayr (Rahmetullahi aleyh)

    “Nefsine uymak doğru değildir elbet,
    Bas nefse ayağını, himmeti yükselt.
    Ey dost, Allah yolunda çok eyle gayret,
    Yılanla ol da, nefsinle etme sohbet.”


  • Ebû Mensûr El-Bağdadî (Abdülkâdir Bağdâdî) (Rahmetullahi aleyh)

    “Ehl-i sünnet i’tikâdında olanlar, birbirlerini kâfir olmakla suçlamazlar. Aralarında uzaklaşma ve küfürle suçlamayı gerektirecek bir ayrılık yoktur; Onlarda birlik ve beraberlik vardır. Bunun için cenab-ı Hak onları korur. Ehl-i sünnet olanlar, inkâr ve tenakuza düşmezler, onlar hakkı ayakta tutan cemâattir. ”


  • Ebû Mensûr El-Bağdadî (Abdülkâdir Bağdâdî) (Rahmetullahi aleyh)

    “Ehl-i sünnet, Peygamber efendimizin torunları olan oniki İmâm “Hazreti Ali bin Ebî Tâlib, Hazreti Hasen, Hazreti Hüseyn, Zeynel’âbidîn, Muhammed Bâkır, Ca’fer-i Sâdık, Mûsâ Kâzım, Ali Rızâ, Muhammed Cevâd Takî, Ali Nakî, Hasen Askerî Zekî ve Muhammed Mehdî (r.aleyhim) ve diğer meşhûr torunlarına (seyyidler ve şerîfler) sevgi ve hürmet göstermişler, onların îmân ile vefât ettiklerini bildirmişlerdir.”


  • Ebû Mensûr El-Bağdadî (Abdülkâdir Bağdâdî) (Rahmetullahi aleyh)

    Havz, Sırat ve Mîzân’ın olduğuna, bunları inkâr edenlerin Kevser Havzından içemiyeceği ve sırattan geçerken ayaklarının kayıp Cehennem ateşine düşeceğine Ehl-i sünnet inanmıştır.


  • Ebü’l-Hasen-i Harkânî (Rahmetullahi aleyh)

    “İnsanoğlu, şu üç şeyle sürekli olarak tâati yaparsa, sorgusuz sualsiz Cennete gidebilir. Kalb, nefs ve dil.”


  • Ebü’l-Hasen-i Harkânî (Rahmetullahi aleyh)

    “Çok ağlayınız, az gülünüz, çok susunuz, az konuşunuz. Çok veriniz, az yiyiniz, çoy uyanık olunuz, az uyuyunuz.”


  • Ebü’l-Hasen-i Harkânî (Rahmetullahi aleyh)

    “Allahü teâlâ kuluna, imândan sonra temiz yürek ve doğru dilden daha büyük hiçbirşey ihsân etmemiştir.”


  • Ebü’l-Hasen-i Harkânî (Rahmetullahi aleyh)

    “Bir mü’min kardeşini sabahtan akşama kadar incitmeyen kimse, o gün akşama kadar Peygamber efendimizle ( aleyhisselâm ) yaşamış olur. Eğer bir mü’min kardeşini incitirse, Allahü teâlâ onun o günkü ibâdetini kabûl etmez.”


  • Ebü’l-Hasen-i Harkânî (Rahmetullahi aleyh)

    “Allahü teâlânın lütfu dostları, rahmeti ise günahlar içindir.”


  • Ebü’l-Hasen-i Harkânî (Rahmetullahi aleyh)

    “Dilini, Allahü teâlâdan başkası hakkında konuşmamak için mühürle! Kalbini, Allahü teâlâdan başkasını düşünmemek için mühürle! İhlâssız olarak bir iş yapmaman ve helâl olmayan birşeyi yememen için de, davranışlarına, dudaklarına ve dişlerine aynı şekilde mühür vur!”


  • Ebü’l-Hasen-i Harkânî (Rahmetullahi aleyh)

    “İlimden en fazla nasîb alan, onunla amel edendir. En faziletli amel ise, üzerine farz olandır.”


  • Ebü’l-Hasen-i Harkânî (Rahmetullahi aleyh)

    “Şayet bir mü’mini ziyâret edersen, hâsıl olan sevâbı, yüz adet kabûl edilmiş hac sevâbı ile değiştirmemen lâzımdır. Çünkü bir mü’mini ziyâret için verilen sevâb, fakirlere verilen yüzbin altın sadakanın sevâbından daha fazladır. Bir mü’min kardeşinizi ziyârete gittiğinizde, Allahü teâlânın rahmetine kavuştuk diye i’tikâd edin.”


  • Ebü’l-Hasen-i Harkânî (Rahmetullahi aleyh)

    “Şu iki kişinin çıkardıkları fitneyi, şeytan bile çıkaramaz: Dünyâ hırsına sahip âlim ve ilimden yoksun sûfi.”


  • Ebü’l-Hasen-i Harkânî (Rahmetullahi aleyh)

    “Allahü teâlânın karşısında şu üç şeyi muhafaza etmek zordur Hak ile iken sırrı, halk ile iken dili, amel (iş, ibâdet) yaparken temizliği.”


  • Ebü’l-Hasen-i Harkânî (Rahmetullahi aleyh)

    “Yol ikidir Biri hidâyet, öbürü dalâlet yoludur. Kuldan Allahü teâlâya giden yol dalâlet yoludur. Allahü teâlâdan kula gelen yol ise hidâyet yoludur. Şimdi her kim, hidâyete erdim derse, o hidâyete ermemiştir. Her kim, beni hidâyete erdirdiler derse, o hidâyete ermiştir.”


  • Ebü’l-Hasen-i Harkânî (Rahmetullahi aleyh)

    “Allahü teâlâ, nasıl senden vaktinden evvel namaz kılmanı istemiyorsa, sen de O’ndan, vaktinden önce rızkı isteme.”


  • Ebü’l-Hasen-i Harkânî (Rahmetullahi aleyh)

    “Dünyâ, peşinden koştuğun sürede senin pâdişâhındır. Ondan yüz çevirince, sen ona sultan olursun.”


  • Ebü’l-Hasen-i Harkânî (Rahmetullahi aleyh)

    “Ömrüme bakınca, yetmişüç yıllık ibâdetlerimin hepsini, bir saatlik kadar kısa, günahlara bakınca da, Nûh aleyhisselâmın ömrü kadar uzun gördüm.”


  • Ebü’l-Hasen-i Harkânî (Rahmetullahi aleyh)

    “Resûlullah efendimizin ( aleyhisselâm ); vârisi; O’nun fiiline uyan ve eserine tâbi olandır.”


  • Ebü’l-Hasen-i Harkânî (Rahmetullahi aleyh)

    “Kalblerin en nurlusu, içinde Allahü teâlânın sevgisinden başka birşey bulunmayandır. Amellerin en iyisi, riyadan uzak olan, ya’nî ihlâs üzere olanıdır.”


  • Ebü’l-Hasen-i Harkânî (Rahmetullahi aleyh)

    “Dünyâda, âlimler ve âbidler (ibâdet eden) çoktur. Ama, akşam ve sabah cenâb-ı Hakkın rızâsı üzere bulunmak mühimdir.”


  • Ebû İshak-ı Sa’lebi (Rahmetullahi aleyh)

    “Yediğin yok oldu, giydiğin eskidi, âhırete yolladığın sana kaldı. Malını seviyorsan, düşmana niçin bırakıyorsun. Sevdiğini kendinden ayırma! Beraberinde götür, başkasına bırakma. Hepsini veremiyorsan, kendini de bir vâris yerine koy ve bir hisseyi de kendinle âhırete götür. Bunu da yapmazsan, bari farz olan zekâtını ver de, azâbda kalma.”


  • Ebû Bekr-i Nessâc (Rahmetullahi aleyh)

    “Bir kimsenin gönlünde, hem Allahü teâlânın râzı olmadığı şeylere muhabbet varsa, hem de Allahü teâlâya kavuşturan yolda bulunmayı isterse o kimsenin sâdık olmadığını gösterir. ”


  • Ebû Bekr-i Nessâc (Rahmetullahi aleyh)

    “Allahü teâlâya ulaştıran yolda bulunmak istiyorum demek, matlûba eriştirmez. O’ndan ve O’nun için olan şeylerden başka herşeyden yüz çevirmek ve O’ndan başka her şeyden boşalmak, vaz geçmek lâzımdır. Yalnız O’na kavuşturacak şeylere yönelmek lâzımdır ki, bu da’vâsında sâdık olduğu anlaşılsın.”


  • Ebû Bekr-i Nessâc (Rahmetullahi aleyh)

    “Suyu düşünmek, susuzluğu gidermediği gibi, odunu düşünmek de, ısıtma yapmadığı gibi, da’vâyı sâdece istemek de gayeye ulaştırmaz. Çok gayret, çok çalışmak lâzımdır.”


  • Ebû Bekr-i Nessâc (Rahmetullahi aleyh)

    “Tevekkül; varlığı ve darlığı, Allahü teâlâdan başkasından bilmemektir.”


  • Ali bin Muhammed (Rahmetullahi aleyh)

    “İnsanın her işinde ölçülü hareket etmesi, büyüklerini memnun eder.”


  • Ebû Ali Dekkak (Rahmetullahi aleyh)

    Ölürken üç şey nasihat eyledi: “Cum’a günü gusl abdesti alınız! Her akşam abdestli olarak yatınız! Her hâlinizde Allahü teâlâyı hatırlayınız!”


  • Ebû Ali Dekkak (Rahmetullahi aleyh)

    Bir talebe hocasına; “Efendim. Bir kimse, Allahü teâlânın kendisinden râzı olup olmadığını anlıyabilir mi?” diye sordu. Hocası cevapda “Kalbine bakar. Kalbini, Allahü teâlâdan râzı olmuş hâlde bulursa anlar ki, Allahü teâlâ da ondan râzıdır.”


  • Ebû Ali Dekkak (Rahmetullahi aleyh)

    “Rızâ, gelen musibetler karşısında kayıtsız kalmak, vurdum duymaz olmak demek değildir. Rızâ, Allahü teâlânın hükmüne, takdîrine i’tirâz etmemek, boyun eğmektir.”


  • Ebû Ali Dekkak (Rahmetullahi aleyh)

    “Sabırlı olanlar dünyâ ve âhırette çok büyük saadete kavuşmuşlardır. Çünkü onlar, Allahü teâlâ ile beraber olmak gibi çok kıymetli bir ni’mete nail olacaklardır. Sabır, Allahü teâlânın takdîrine teslim olmaktır. Sabır, i’tirâz etmemektir. Şikâyet ederek ve edebe uygun olmıyarak, başa gelen musibetleri anlatmak sabırsızlık olur.”


  • Ebû Ali Dekkak (Rahmetullahi aleyh)

    “Sükût” (susmak), yüksek edeblerden bir edebdir. Allahü teâlâ A’râf sûresi 204. âyet-i kerîmesinde meâlen buyuruyor ki, (Kur’ân okunduğu zaman, hemen onu dinleyin ve susun. Olur ki, merhamet edilirsiniz.)”


  • Ebû Ali Dekkak (Rahmetullahi aleyh)

    “Hakîkî tövbe; tövbe, inâbe ve evbe(iradeye bağlı olarak bir yerden bir yere dönmek) olmak üzere üç kısımdır. Cehennemde azâb görmek korkusu ile, günaha pişman olmak tövbedir. Cennet ni’metlerine kavuşmak ümidi ile günaha pişman olmak inâbedir. Bunlarla alâkalı olmaksızın, tövbe etmek, Allahü teâlânın emri olduğu için, emre uyarak günaha pişman olmak ise evbedir.”


  • Ebû Ali Dekkak (Rahmetullahi aleyh)

    “Kalbi kırık, hüzün sahibi olanlar, hüzünlü olmayanların senelerce katedemedikleri, Allahü teâlâya giden yolu bir ayda katederler. Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ) “Allahü teâlâ, kalbi hüzün içinde olan bütün kullarını sever” buyurdu.”


  • Ebû Ali Dekkak (Rahmetullahi aleyh)

    “İnsanların giydiklerini giy, yediklerini ye, fakat kalben onlardan ayrı ol.”


  • Ebû Ali Dekkak (Rahmetullahi aleyh)

    “Büyüklerin huzûrundan kovulmayı icâb ettiren şey, edebi terketmektir.”


  • Ebû Ali Dekkak (Rahmetullahi aleyh)

    “Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymakta gevşek davranan ve böylece Allahü teâlâya yakın olmak ni’metinden mahrûm olan tenbel kimselerin ayaklarına, zelîl ve sefil olmak bukağısı bağlanır. O kimse kurb (Allahü teâlâya yakınlık) hâlinden çok uzak olur.”


  • Ebû Ali Dekkak (Rahmetullahi aleyh)

    “Allahü teâlâ Dâvûd aleyhisselâma vahyedip, “Beni taleb eden birisini gördüğün zaman, ona hizmetçi ol” buyurmuştur.”


  • Ebû Ali Dekkak (Rahmetullahi aleyh)

    “İhlâs; insanların teveccüh, alâka göstermelerinden sakınıp, ameli yalnız Allah için yapmaktır. Sıdk ise; nefsi, yaptığı ameli beğenmekten temizlemektir. Bunun için ihlâs sahibi muhlislerde riya (gösteriş), sıdk sahibi olan sâdıklarda da ucb (amelini güzel görmek) hâli bulunmaz.” “Sıdk; insanlara karşı olduğun gibi görünmen veya onlara karşı göründüğün gibi olmandır.”


  • Ebû Ali Dekkak (Rahmetullahi aleyh)

    “Bir kimse kendini, hocasının kapısında süpürge yapamaz ise, hakikî âşık değildir.”


  • Ebû Ali Dekkak (Rahmetullahi aleyh)

    “Hak teâlâya ma’rifet sahibi ol ki, rahat ve şen olasın.”


  • Ebû Ali Dekkak (Rahmetullahi aleyh)

    “Kendiliğinden yetişmiş ağaç, yaprak verir. Fakat meyve vermez. Verse de tatsız olur. İnsan da böyledir. Hocası olmayan kimseden hiçbirşey hâsıl olmaz. ”


  • Ebû Ali Dekkak (Rahmetullahi aleyh)

    “Hocasına muhalefet edenin hâli nicedir?” diye soran birisine; “Her kim hocasına kalbinden muhalefet etmeye niyet etse, onunla aynı yolda bulunamaz. Verdiği sözü bozmuş olur. Bunun için tövbe etmesi vâcib olur. Üstadına saygısızlık edenler için ise tövbe yoktur” buyurdu.


  • Ebû Ali Dekkak (Rahmetullahi aleyh)

    “Hayatınızda en çok üzüldüğünüz, pişman olduğunuz bir hâdise var mıdır?” diyen bir kimseye; “Vaktiyle, büyük bir sahrada yolumu kaybetmiştim. Çok da susamıştım. Yolu bulduğumda bir askerle karşılaştım. Bana bir içimlik su verdi. İçtiğim bu suyun durumu şüpheli olduğu için, bana verdiği zarar otuz yıldır gönlümden gitmiyor, içtiğime hâlâ pişmanım” buyurdu.


  • Ebû Ali Dekkak (Rahmetullahi aleyh)

    Tüccâr bir talebesi vardı. Bu talebe birgün hastalandı. Hocası ziyâretine gitti. Talebesine, “Nasıl hastalandınız?” diye sorduğunda talebesi, “Teheccüd (gece namazı) için kalkmıştım. Abdest almak için hazırlık yaparken, sırtımda bir sıcaklık hissettim. Bu sıcaklıkla birlikte, şiddetli bir acı da belirdi. Hummaya yakalandım” dedi. Bunları dinliyen Ebû Ali Dekkak, “Evlâdım! Başı ağrıyan bir kimsenin, ayağına ilâç sürmesiyle hastalığı iyi olmaz. Senin birinci vazîfen, kalbinde bulunan dünyâ sevgisini çıkârıp atmakdır. Birinciyi bırakıp başkasını yapmaya kalkarsan, faydasına kavuşamazsın. Yapacağın bütün işleri izin alarak yaparsan, faydasına kavuşursun” buyurdu.


  • Ebû Ali Dekkak (Rahmetullahi aleyh)

    “Fütüvvet nedir?” diye soranlara da; “Fütüvvet, Peygamber efendimizin güzel ahlâkından biridir. Bunun içindir ki, mahşer gününde herkes “Ben! Ben!” derken, O, “Ümmetim! Ümmetim!” diye yalvaracaktır” buyurdu.


  • Ebû Ali Dekkak (Rahmetullahi aleyh)

    “Hürriyet nedir?” diye soran birisine; “Eğer nefsinin arzularına boyun eğmiş, nefsin dünyâya meyl etmiş ise, malın kölesisin” buyurdu.


  • Ebû Abdurrahmân es-Sülemî (Rahmetullahi aleyh)

    “Ahmak olan nefsi ezip küçültmek, tasavvufun âdâbındandır. Kimin nefsi kendisine şerefli görünürse, dîni ona küçük görünür. Dünyalık isteklerden sıyrılmak, nefsin arzularını menetmek, rızkının helâl yoldan gelmesine gayret göstermek, bid’at sahipleriyle, dünyâya düşkün olanlarla arkadaş olmamak, mal toplamaktan, dünyâyı ma’mûr etmekten sakınmak, insanların doğru yola gelmesine ve güzel huylara sahip olmaya çalışmalıdır.”


  • Ebû Abdurrahmân es-Sülemî (Rahmetullahi aleyh)

    “(Tasavvuf, Allahü teâlânın düşmanı olan nefse yardım etmemeyi, O’nun isteklerini yapmamayı kalbe yerleştirmektir. Nitekim hadîsi kudsîde Allahü teâlâ buyuruyor ki:“Nefsine düşmanlık et! Çünkü nefsin benim düşmanımdır.” “Tasavvuf, kalbin tasfiyesi ve nefsin tezkiyesidir. Ya’nî, kalbin Allahü teâlânın sevgisinden başka, her sevgiden tasfiye edilmesi, nefsin de Allahü teâlânın her emrine uyar hâle getirilmesidir, İ’tikâdı düzeltmedikçe, İslâmiyetin emir ve yasaklarına uymadıkça, haramlardan sakınıp ibâdetleri yapmadıkça, kalbin tasfiyesi ve nefsin tezkiyesi mümkün değildir.”


  • Ebû Abdurrahmân es-Sülemî (Rahmetullahi aleyh)

    “Talebe, sünnetlere yapışır, iyi ahlâkı şiar edinir ve edebli olursa, zâhiren ve bâtınen ilerler. Öyle ki, kalbine doğan nûrları seyretmeğe başlar, ma’nevî makamları, hâlleri görür. Böylece o, bâtında Rabbi ile ülfet ve Unsiyet hâlinde olup, fenâ fillâh makamına yükselir. Zâhirde de hizmet ve ibâdetlerle uğraşır.”


  • Ebû Abdurrahmân es-Sülemî (Rahmetullahi aleyh)

    “Talebe çok edebli olmalıdır. Nitekim hiçbir bî edeb, vâsılı ilallah olamaz, (ya’nî hiçbir edebsiz, Allahü teâlâya kavuşamaz) buyuruldu.”


  • Ebû Abdurrahmân es-Sülemî (Rahmetullahi aleyh)

    “Tasavvuf yolundaki talebeler iki kısımdır: Bunlara mürid ve murâd denir. (Mürid, sâdık olan tâlib demektir. Allahü teâlânın sevgisi ile ve O’nun sevgisine kavuşmak arzusu ile yanmaktadır. Bilmediği, anlıyamadığı bir aşk ile şaşkın hâldedir. Uykusu kaçar, gözyaşları dinmez. Geçmişteki günâhlarından utanarak başını kaldıramaz. Her işinde Allahtan korkar, titrer. Allahü teâlânın sevgisine kavuşturacak işleri yapmak için çırpınır. Her işinde sabır ve affeder. Her geçimsizlikte.sıkıntıda, kusuru kendisinde görür. Her nefeste Allahını düşünür. Gafletle yaşamaz. Kimseyle münâkaşa etmez. Bir kalbi incitmekten korkar. Kalbleri Allahın evi bilir. Eshâb-ı Kirâmın hepsini “Radıyallahü teâlâ anhüm ecmaîn” iyi bilir. Hepsinin iyi olduğunu söyler. Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ), Eshâb-ı Kirâm arasında olan şeyleri konuşmamağı emir buyurduğu için bunları konuşmaz, yazmaz ve okumaz. Böylece, o büyüklere karşı edebsizlikte bulunmaktan kendini korur. O büyükleri sevmek, Allahın Resûlünü sevmenin nişanıdır, alâmetidir. Kendi bilgisi ile, kendi görüşü ile evliyâyı Kirâmı birbirinden aşağı ve yukarı diye ayırmaz. Birinin daha yüksek, daha üstün olduğu; ancak âyet-i kerîme ile, hadîs-i şerîf ile ve Sahâbe-i Kirâmın sözbirliği ile bildirmeleri ile anlaşılır. Muhabbet sarhoşluğu başkadır. Mürid, riyâzetler (nefsin isteklerini yapmamak), mücahedeler (nefsin istemediğini yapmak) çekerek, uğraşarak ilerler. Ya’nî taşıyıcı olmuşlardır. Murâd olanlar ise, uğraşmadan, yorulmadan Allahü teâlâya yakınlık derecelerine ulaştırılırlar. Nazlı nazlı okşayarak götürürler. Ya’nî taşınan olmuşlardır. Murâdlar, güler yüzlü olurlar. Sıkıntılı hâllerini göstermezler. Alçak gönüllüdürler. Görünüşte insanlarla beraberdir. Onlar gibi yer, içer, oturur ve diğer beşeri ihtiyâçlarını görürler. İç yüzlerini ise herkesten gizlerler. Kimse onların hâllerini anlıyamazlar. Ya’nî onlar, halk arasında Hak ile olurlar.”


  • Ebû Abdurrahmân es-Sülemî (Rahmetullahi aleyh)

    “Ba’zı talebeler de sâdece, her işinde ve her hareketinde hocasının emrine uymak ve onun hükmünü gözetmek için gelirlerdi. Bu talebeler kendisini hiç düşünmez, hep mübârek hocasının emirlerine ve arzularına göre hareket ederdi. İşte, arayanların içinde en üstünü bunlardı. Hoca, bu talebesine şefkat ve merhametle muâmele eder, talebe de hocasına karşı edebli olur. Onun her emrine harfiyyen uyar ve onun ahlâkı ile ahlâklanırdı. Hoca, bu talebesinin kalbine, kendisine hocalarından gelen feyz ve bereketlerini akıtır, onun kemâle gelmesine çalışırdı. Bu feyz ve bereketlere kavuşan talebe, farkında olmadan, güneşin karşısında duran meyvanın olgunlaştığı gibi olgunlaşıverirdi.”


  • Ebû Abdurrahmân es-Sülemî (Rahmetullahi aleyh)

    “Ba’zı talebeler ise; zühd, vera’ ve takvâ sahibi olmak için gelirlerdi. Rehberi olan âlim de ona, dünyâyı terk edip, ona meyl etmenin, nefsin arzularını yapmayıp zahmetlere katlanmanın, haramlardan ve şüphelilerden kaçınmanın yollarını gösterirdi.”


  • Ebû Abdurrahmân es-Sülemî (Rahmetullahi aleyh)

    “Eskiden talebelerin rehber olacak bir âlim araması birkaç çeşit olurdu. Ba’zı talebeler, sohbet etmek için bu rehbere gelip tövbe eder, bir müddet onun sohbetinde bulunurlardı. Onun bu şekilde elde edeceği nasîbi; ancak niyeti, kabiliyeti ve kaldığı miktar kadardır. Az da olsa, belki birgün bu iyi niyetinin bereketiyle, hakîki tövbe etmek nasîb olur. Nitekim birgün Peygamber efendimize ( aleyhisselâm ) gelip: “Yâ Resûlallah! Filan kimse, hem namaz kılıyor, hem de hırsızlık. Ediyor” diye sorduklarında, Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ) “Namazı, onu bundan men edecektir” buyurdu. Hadîs-i kudsîde Allahü teâlâ buyurdu ki, “Onlar öyle kimselerdir ki, kendileriyle beraber oturanlar, şaki olmazlar.”


  • Ebû Abdurrahmân es-Sülemî (Rahmetullahi aleyh)

    “Talebe, hocasının emirlerini yapmaya devam ederse, Allahü teâlâ da onun tövbesini kabûl eder. Günahlarına pişman olup, bir daha işlememek niyetiyle, Allahü teâlâdan korkarak nasûh bir tövbe yapan talebenin kalbine, muhabbet nûrları akmaya başlar. Allahü teâlâya ve hocasına olan bu sevgi, talebeyi mücâhedeye, gayrete sürükler. İbâdette devamı sağlar. Nefsin arzularını kırar ve insandaki kötü sıfatları yok eder. Cimrilik gibi kötü sıfatlar, cömertliğe Ve diğer iyi huylara dönüşür. Nitekim Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ): “Allahü teâlâ, evliyâ kullarını cömertlik ve güzel huy üzerine yaratmıştır” buyurdu. Nefsiyle mücâdeleye başlayan talebede bulunan, dedikodu ve iftira sıfatı; sâdık, doğru ve adâletli olmağa çevrilir. Çünkü Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ) “İnsan doğruluğu araya araya, nihâyet Allah indinde sıddîk yazılır” buyurdular. Düşman olmak ve kin tutmak sıfatı; af, iyilik etmek ve temiz kalb sahibi olmaya dönüşür. Allahü teâlâ, Şuarâ sûresi 89. âyetinde, meâlen “Ancak Allaha hâlis ve pak bir kalb ile varan müstesna” buyurdu. Tama’ etme afatı, kanâat sahibi olmaya çevrilir. Böylece insandaki bütün kötü huylar, karşılığı olan iyi sıfatlara dönüşür. Talebe bu şekilde iyi huylarla bezendiği zaman irâde sınırlarına Ve makamlarına girer. Artık âhırete meyli artmıştır. Dünyânın varlıklarına sevinmek ve yokluğuna da üzülmek hâli kendisinde kalmaz.”


  • Ebû Abdurrahmân es-Sülemî (Rahmetullahi aleyh)

    “Rehber, kendine gelen talebeye önce taharet, namaz, oruç, zekât ve hac gibi üzerine farz olan ibâdet bilgilerini öğretir. Kur’ân-ı kerîmi okuyup öğrenmesini, helâl rızık kazanmasını dünyâya meyl etmeyip, âhirete yönelmesini bildirir. Daha önce yapamadığı ibâdetleri varsa bunları kaza etmesini, saadete kavuşması için; az yemek, az uyumak, az konuşmak lâzım olduğunu tenbîh eder. Geçmişteki zayi ettiği vakitlerine ve kıymetli ömrünü boşa geçirdiğine üzülüp, ağlamasını emreder. Çünkü Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ) buyurdu ki, “Kıyâmet günü dört şeyden hesap sorulmadıkça kul serbest bırakılmaz: Ömrünü nerelerde geçirdiğinden, gençliğini nerelerde çürüttüğünden, malını nereden kazanıp nereye sarfettiğinden ve bilgisiyle ne gibi ameller yaptığından.”


  • Ebû Abdurrahmân es-Sülemî (Rahmetullahi aleyh)

    “İşte böyle bir rehber, talebelerine din öğreteceği zaman, bunlara önce dinsizler, İslâm düşmanları tarafından şırınga edilen yanlış propagandaları, iftiraları anlayıp, onların temiz ve körpe kafalarını bu zehirlerden temizler. Zehirlenen rûhlarını tedâvi eder. Sonra yaşlarına, anlayışlarına göre, İslâmiyeti ve meziyetlerini, fâidelerini, emirlerindeki ve nehiylerindeki hikmetleri, incelikleri ve insanlığı saadete ulaştırdığını, onların kalblerine yerleştirir. Böylece gençlerin rûh bahçelerinde, dertlere deva, rûhlara gıda olan nefis çiçekler yetişir. Böyle bir din âlimini ele geçirmek, en büyük kazançtır. Onun bakışları, rûhlara işler. Sözleri, kalblere te’sîr eder. Dîni İslâmı hazır lokum gibi yutmak, susuz kalmış iken soğuk şerbet içip, ciğerlerine kadar serinliyebilmek, ancak böyle olan Allah adamlarının sunması ile mümkündür.”


  • Ebû Abdurrahmân es-Sülemî (Rahmetullahi aleyh)

    “Bu yoldaki talebe, en önce kendisini irşâd edecek, doğru yolu gösterecek, gafletten uyandıracak bir âlimi aramalı, onu kendine rehber edinmelidir. Aradığı bu rehber, dinin emirlerine tam ma’nâsıyla uyan ve haramlardan şiddetle kaçınan, kerîm bir zât olmalıdır. Böyle bir kimse görülünce, Allahü teâlâ hatırlanır. Bu rehber, arada hiç kopukluk olmadan, Resûlullah efendimizden başlıyarak, kendi rehberleri vasıtasıyla, kendi kalbine gelen feyz ve bereketleri, talebelerinin kalblerine akıtabilecek bir olgunluktadır. Bu zât, talebesinin her derdine derman olur. Çünkü o, Ehl-i sünnet i’tikâdını, fıkıh ve ahlâk ilmini iyi bilen ve bunlara tam uyan yüksek bir âlimdir. O, her işinde ve her sözünde sünnet-i seniyyeye tam uyar. Zaten sözleri, hareketleri İslâmiyete uygun olmayan ve haramlardan, günâhlardan sakınmayan bir kimse, havada uçsa ve başka hâller gösterse bile, hakikî rehber değildir. Hakiki rehber, talebesini tasavvuf marifetlerinin yüksek derecelerine kavuşturur.”


  • Ebû Abdurrahmân es-Sülemî (Rahmetullahi aleyh)

    “Tasavvuf yoluna başlayacak olan bir talebe, gaflet uykusundan uyanmak istiyorsa, nefsinin kötü alışkanlıklarını yapmamalı ve kötü kimselerle olmamalıdır. Kendisine Allahü teâlayı hatırlatacak sâlih insanlarla berâber olmalı, onların sohbetlerini ganîmet bilmelidir. Eğer nefsi, bu mevzûda kendisine itaat ediyorsa, kalbini temizlemeğe, iyi huylara sahip olup, kötü huylardan vazgeçmeğe çalışmalıdır.”


  • Ebû Abdurrahmân es-Sülemî (Rahmetullahi aleyh)

    “Hakiki bir müslüman, kötü arkadaşlardan sakınır. Âlimlerin sohbetlerini kaçırmaz. Kendisinden daha fakir olanlarla oturup kalkar ve bunu kendisi için bir aşağılık olarak düşünmez. Allahü teâlâdan korkar, ümidini kesmez ve kadere rızâ gösterir. Verdiği sözü yerine getirir. Yaptığı iyiliği başa kakmaz. Fitne çıkarmaktan şiddetle kaçar. Kulağını kötü söz işitmekten, dilini de kötü söz söylemekten korur. Ya’nî bunlara riâyet edilmeyen yerlerde bulunmaz. Malı ve mevkii ile müslümanlara elinden gelen her iyiliği yapar. Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ) buyurdular ki: “Birbirinize selâm veriniz! Birbirinize yiyecek ikram ediniz! Akrabanızın haklarını gözetiniz! Gece, uyurken namaz kılınız! Bunları yaparak, selâmetle Cennete giriniz!”


  • Ebû Abdurrahmân es-Sülemî (Rahmetullahi aleyh)

    “Fütüvvet sahibi olan iyi bir müslüman, kimseyi özür dilemeğe mecbûr etmez. Sır saklayıcıdır, ihânet etmez. Hased etmekten sakınır. Ebû Bekr el-Varrâk hazretleri, “Eskiden fütüvvet sahipleri, arkadaşlarını över, kendilerinden bahsetmezler, hattâ kötülerlerdi. Rahatlığı dostlarına, zahmeti kendilerine seçerlerdi. Şimdi ise, herkes kendilerini övüp, dostlarını kötülüyor. Zahmeti kardeşine, rahatı kendilerine seçiyorlar”


  • Ebû Abdurrahmân es-Sülemî (Rahmetullahi aleyh)

    “Fütüvvet sahibi hakîkî bir müslüman, yarım iş yapmaz. Başladığı işi bitirir. Anne ve babasına öf bile demez. Onların günah olmayan emirlerini yapar. Çocuklarına iyi bir terbiye verir, dinini öğretir. Şefkatlidir. Ailesi ile iyi geçinir, onu iyi idâre eder. Haram olmayan isteklerini, gücü yettiği kadar yerine getirir. Akrabalarını ziyâret eder, uzak olanlara gidemezse, mektûpla gönüllerini alır. Onlara iyilik etmekten geri kalmaz. Herkese: güler yüzlüdür. Kalb kırmanın Kâ’be’yi yıkmaktan daha büyük günah olduğunu bilir. Zenginlere, zenginliğinden dolayı hürmet etmez. Her müslümana karşı tevâzu sahibidir. Âlimlerin buyurduğu gibi hareket eder. Evliyâlık hâllerini inkâr etmez. Bid’at sahiplerinden, insanların Allahü teâlâya ulaşmasına engel olan kimselerden, arslandan kaçar gibi sakınırlar.”


  • Ebû Abdurrahmân es-Sülemî (Rahmetullahi aleyh)

    “İyi bir müslüman dünyâ malı için arkadaşlarına kırılmaz. Kimseden birşey istemez. Kanâat sahibidir. Allahü teâlânın verdiği ni’metlere dâima hamd eder. Kalbinin kırık olduğu zamanlarda, müslüman kardeşlerine duâ eder, onlar için af ve afiyet temennisinde bulunur. Cimrilikten sakınır, Allah için vermekten zevk alır. Kendisi için bâki olan, cebinde sakladığı değil, Allah için vermiş olduğudur. Müslümanların huzûrunu, kendi huzûruna tercih eder. Onların verdiği zahmetlere sabırla karşı koyar. Kimseye karşı kibirlenmez, böbürlenmez ve kimseyi hor görmez.”


  • Ebû Abdurrahmân es-Sülemî (Rahmetullahi aleyh)

    “Fütüvvet sahibi iyi huylu bir müslüman, kendisini ilgilendirmeyen şeylerle ve başkalarının ayıbını araştırmakla uğraşmaz. Dünyâya tama’ etmez. Doğru sözü kabûl eder, itirazda bulunmaz. Zengin ise, fakir olanlardan ücretsiz hizmet beklemez. Cüneyd-i Bağdadî hazretleri, talebelerinden birinin pazardan aldığı yiyecekleri, fakire verip taşıttığını görünce, o yiyeceği yemeyip dağıttırmıştır. Orada hazır bulunan İbrâhim Havvâs ise, o talebe arkadaşına, “Dünyâyı gözünde o kadar büyütmüşsün ki, fakiri yiyeceklerinin hamalı yapıyorsun” buyurdu.”


  • Ebû Abdurrahmân es-Sülemî (Rahmetullahi aleyh)

    “Şehvetlerine uymaz, başolma sevdasına kapılmaz, parmakla gösterilmekten kaçınır. Allahü teâlânın emirlerini yapmakta, yasaklarından sakınmakta ve buna devam etmekte sabırlıdır. Dîni İslâma hizmet etmekten zevk duyar. Bu konuda karşısına çıkan her türlü zahmete katlanır. Başına gelen belalara sızlanmaz. ”


  • Ebû Abdurrahmân es-Sülemî (Rahmetullahi aleyh)

    “Her müslümana hüsn-i zân eder. Hakîkî bir müslüman, devamlı nasihat eder. Emr-i bil ma’rûf ve nehyri anil münkerde bulunur. Kendi kusurlarını düşünür, merhamet sahibidir. ”


  • Ehlisunnetyolu.com