İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Konuşurken, konuşmanın edeblerini, inceliklerini gözetmelidir. Nitekim Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) huzûrunda bir kimse, “Allahü teâlâya ve Resûlüne itaat eden doğru yoldadır. Onlara isyan eden hatâ eder, ya’nî fâsıktır” dedi. Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ) böyle diyene, “Allahü teâlâya ve Resûlüne isyan edene söyle buyurdu.
İbn-i Uyeyne (Rahmetullahi aleyh)
Şakalaşmak sünnettir. Lâkin şaka yapmasını bilen ve yerinde yapan içindir.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Çok şaka yapmaktan sakınmalıdır. Çünkü kişinin heybet ve vekarını kırar. Çok şakanın sonu pişmanlıktır. Yalan ve boş sözlerden uzak ve az yapılan şakada bir mahzur yoktur.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Kalbinde iyice yoğurmadan söz söylememelidir. Eğrisini doğrultmadan, iyisini temizini alıp, yaramazını atmadan konuşmamalıdır. Boş söz söylememelidir. Zira boş ve lüzumsuz konuşmalar, kişinin aklını azaltır. Ve çoğu zaman, bu sözler ona vebal ve dert olur.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Doğru olarak yemîn etmek isteyen, ya Allahü teâlâya yemîn etsin yahut sussun. Çünkü Allahü teâlâdan başkasına yemîn gizli şirktendir. Babasının ismine, bir kimsenin hayâtına veya Kâ’be’ye yemîn etmemelidir.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Allahü teâlâya, çok yemîn etmemelidir. Zîrâ çok yemîn eden, Allahü teâlânın ismini küçümsemiş, O’na ta’zimde gevşeklik göstermiş olur. Yalan yere yemîne gelince: Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ) yalan yere yemîni, keffâreti olmıyan büyük günahlardan saymıştır. Bir hadîs-i şerîfte: “İçinde, sivrisineğin kanadı kadar yalan ihtimâli bulunan bir yemîn edenin kalbinde, kıyâmete kadar bir nokta hâsıl olur” buyuruldu.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Allahü teâlânın mahlûklarından hiçbirine la’net etmemelidir. La’neti âdet hâline getirmemelidir. Mü’mine la’net etmek, onu öldürmek gibi günahtır. Çok la’net eden, kalbinde merhamet olmadığı için, din kardeşlerine şefaatçi olamaz. Çok kere la’net döner ve la’net edene gelir.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Fuhuş söz söylemek ve sövmek dinimizde yasaktır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Dinde sahih olan bir maksadla, niyetle, başkalarının beğenilmeyen iş ve sözlerini anlatmak ve onu bildirmek gerekiyorsa, bu durumda gıybet günâhı kalkmış olur. Bunu İmâm-ı Gazâlî beş kısma ayırmıştır. Birincisi; müslümanı, kötülükten, günahtan men etmektir, ikincisi; zulme uğramaktır. Üçüncüsü; günâha mâni olmak ve isyan edeni doğru yola çevirmek için, yaptıklarını söylemede fayda düşünmektir. Dördüncüsü; aşikâre günah işleyen, fısk meclisi kuran, yaptığı kötülük ve çirkin işleri dile getirmekten kaçınmıyan kimsenin yaptıklarını söylemek gıybet olmaz. Beşincisi; a’meş (gözü akan) yahut a’rac (topal) gibi kusurunun bilindiği bir lakabla tanınan kimse için, bu isimleri kullanmak günah olmaz. Gıybet etmenin keffâreti, gıybet ettiği kimse için istiğfar etmektir.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Gıybet; Müslüman kardeşini, beğenmediği bir şeyle anmaktır. Bir kimse, bir din kardeşinin arkasından açık, kapalı ve işâretle, yahut bir başkasını onun ayıplarını anlatmağa teşvikle, yahut gıybet eden kimseye hayranlık duymakla gıybet etmiş olur. Gıybet, zinâdan daha şiddetlidir ve sevâbları ateşin odunu yediği gibi yer. Gıybet edeni de dinlememelidir. Çünkü gıybeti dinleyen de, gıybet günâhında gıybet edene ortaktır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Kişinin üç yerde yalan söylemesine izin verilmiştir. Birincisi, harbde yalan söylemektir. Zira harb bir hiledir, ikincisi, iki kişinin arasını bulmak, iki mü’mini barıştırmak için yalan söylemektir. Üçüncüsü, erkeğin hanımını memnun etmek için gerektiği yerde yalan söylemesidir.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Çocuğa: “Sus, sana şunu alacağım” dememelidir. Almazsan, bu sözün aleyhine yalan diye yazılır. Birşey anlatır, haber verirken, aksırmayı fırsat ve ni’met bilmelidir. Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ) bir hadîs-i şerîfte: “Konuşurken aksırmak, konuştuğunun doğru olduğunu gösteren en âdil şâhiddir” buyurdu.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Günahların en çirkini, ayıpların en fenâsı, kalbleri karartan bütün kötülüklerin başıdır. Yalan, Peygamber efendimizin ( aleyhisselâm ) en sevmediği huydur. Neden böyle olmasın ki, yalan, imânın karşısında durmaktadır. Ya’nî imân bir yanda ise, yalan diğer yandadır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
İnsanların ihtiyâcı olan şeyleri alıp, bekletip, pahalandığı zaman satmamalıdır. İnsan ve hayvan gıda maddelerini biriktirip, fîatların artmasını beklemeye ihtikâr (karaborsacılık) denir. Böyle yapan kişiye muhtekir denir. Muhtekir mel’ûndur.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Kimse kimseye bir menfaat şart koşarak ödünç vermemelidir, ödünç verdiği kimseden, az da olsa hiçbir şey kabûl etmemelidir. Borcu olduğu için değil de, yakınlığı, dostluğu veya cömertliği sebebiyle verirse, alınabilir. Zâlim, hırsız ve hâinden birşey satın almamalıdır. Habis kazançlardan sakınmalıdır. Hiç kimsenin malını, rızâsı olmadıkça ve fiatında uyuşmadıkça almamalıdır. İnsanlara merhamet ve nasihat ile muâmelede bulunmak da sünnettir.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Ticârette faizden çok sakınmalı, ödünç verirken de menfaat getirecek, faize düşecek şekilde vermemelidir. Çünkü faizin en aşağı derecesi, annesi ile zinâ yapmak gibidir. Rehin bırakılan şeyi kullanmaktan da kaçınmalıdır. Faiz yememeli, faize şâhid olmamalıdır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Müslüman ihtiyâcı olduğu zaman, borç istediğinde ödeme niyeti ile ister. Muhtaç olanlara borç vermelidir. Çünkü dinimizin hukûkundandır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Alış-verişte fiat husûsunda münâkaşa edip ileri geri konuşmamalıdır. Bu hâl, iki taraftan birinin hatâya düşmesine sebep olur. Alış-verişte aldanmamalı, kimseyi de aldatmamalıdır. Çünkü devamlı aldanan kimse ahmak olduğundan, dünyâda insanlar arasında beğenilmez, âhırette de sevâba kavuşamaz.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
İsçinin ücretini teri kurumadan ödemelidir. Borcunu, alacaklının istediğinden daha iyi bir şekilde ödemelidir. Zor durumda olan borçlunun borcunu bağışlamalı veya az bir kısmını almalıdır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Müslüman satın aldığını aşağılamaz, satacağını da medhetmez. İlmi çok olanlar dışında hiç kimse, çarşıda dîne uygun alışveriş yapamaz. Doğru olsun, yalan olsun, malını satarken yemînle övmemelidir. Mü’min; arkadaşına mal satarken kârı düşünmez, alış-verişte hıyânet etmez. Malının ayıbını müşteriden gizlemez. Gaben-i fahiş ile mal satmaz, ya’nî piyasa fiatından fazlasına satmaz. Normal kâr ile satar. Bir alış-veriş yapılırken, almaya niyeti olmayan bir başkasının, araya girip fiatı artırması caiz değildir. Böyle yapanın rızkının bereketini Allahü teâlâ kaldırır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Tacirin ticârette cesur olması da sünnettir. Bir işte kazanç sağladığı zaman, o işe devam etmelidir. Ticâret maksadı ile bir işe üç kere başlayıp kazanç elde edemezse, o işi bırakmalıdır. Ticârette Allahü teâlâya güvenmelidir. Rızkı ve kârı ancak Allahü teâlâdan beklemelidir. Takvâ nûrunu söndürecek kadar hırslı olmamalıdır. Çünkü Allahü teâlânın ezelde takdîr ettiği rızık hırs ile artmaz. Üstüne aşırı düşmemekle de azalmaz.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Cihâddan sonra en faziletli kazanç yolu ticârettir. Ancak ticâret yapan kimsede; emânet, nasihat ve sıdk bulunmalıdır. Bir buğday tâneside olsa emânete hıyânet etmemelidir.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Rızık talebinde bulunmak üzere, sabahleyin erkenden işe başlamalıdır. Resûl-i ekrem ( aleyhisselâm ): “Rızık talebinde erken davranın. Çünkü sabahda bereket ve muvaffakiyet vardır” buyurmuştur.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Helâl kazanırken de, dîne hizmet etmeğe ve kimseye muhtaç olmamağa niyet etmelidir. Allahü teâlâyı zikr etmekten alıkoyan, âhıret işlerini yapmayı engelleyen kazanç yollarına girmemelidir. En iyi kazanç yolu cihâddır. Bu cihâd, Allah yolunda yapılan harbdir.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
insanlara muhtaç olmayacak kadar helâl ve tayyib rızık talebinde olmak, dilenmek zilletine düşmeden iffet içinde yaşamak farzdır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Devam üzere istiğfarda bulunmak İslâmın sünnetlerindendir. Devamlı istiğfar etmek insanın üzüntüsünü alır. Resûl-i ekrem ( aleyhisselâm ) gece ve gündüz yüz kere istiğfar ederdi. İstiğfardan önce günahtan el çekilmelidir. Bütün işlerde ve hâllerde istiğfârı elde tutmalıdır. İstiğfar ederken de “Estağfirullahel’azîm ellezî lâ ilahe illâ hüvel hayyelkayyûme ve etûbü ileyh” demelidir.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
[Namazda] İki rek’attan sonra sol ayak üzerine oturulur. Sağ ayak parmakları kıbleye karşı olmak üzere dikilir. Eller dizler üzerine, kıbleye karşı olmak üzere konur. Üçüncü rek’ ate kalkarken ayakların uçları üzerinde kalkılır. Elleri yere koyup dayanarak kalkılmaz. Ancak yaşlı ve zaîf olanlar ellerine dayanarak kalkabilirler. Son teşehhüdden sonra iki tarafa selâm verirken yanakların beyazı görülecek kadar yüzünü çevirmelidir.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
[Namazda] Secdede, avuç içleri yere değerken, dirsekler yerden, karın uyluklardan ayrı durmalıdır. Kendini çok serbest bırakmamalı, yerden uzak olmağa, kollarını yanlarından ayrı tutmağa çalışmalıdır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
[Namazda] Kur’ân-ı kerîmi çok yüksek ve çok alçak sesle okumamalıdır. Kırâat ile rükû’ arasında, sübhânallah diyecek kadar durmalıdır. Rükû’da, düzgün durmalı, kıyâm ve son oturuşu haddinden fazla uzatmamalıdır. Rükû’dan başını kaldırdıktan sonra, bütün uzuvlar yerine gelecek şekilde dik durmalıdır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Namazda gözünü semâya doğru kaldırmamalı, işâret de etmemeli, secde yerine bakmalı, sağ eli sol el üzerine koymalıdır. Namazda ayakta iken, ayaklardan biri üzerinde dinlenmemelidir. Ayakları çok fazla açmamalı, iyice de birbirine bitiştirmemelidir. Kıyâmda başı çok eğmemelidir.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Namazda a’zâların hareketsiz olmasına dikkat etmelidir. Bir sağa, bir sola meyletmemelidir. Namazda sekine, vekar, hudû’ ve inkisar üzere olmalıdır. İnkisar, boyun eğmeye delâlet ettiği için omuzları indirmeli namazda özürsüz öksürmemelidir.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Sanki son namazı kılıyormuş gibi, kalbi huşû’ içinde ve bedeni hudü’ içinde olmalıdır. Namazda sağa sola iltifât etmemelidir. Allahü teâlâyı görüyormuş gibi namaz kılmalı veya Allahü teâlânın onun bütün tavırlarını, hayır ve şer bütün hâllerini görüp bildiğini düşünmelidir.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Amelini, Allah rızâsı için tam bir ihlâs ile şuurlu olarak yapmalı, geçmiş günahları için tövbe etmelidir. Farzı yerine getirmek için, kalbini din ve dünyâ işlerinden kurtarmalıdır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Namazın rüknlerini (farzlarını) lâyık olduğu şekilde eda etmeli, vâcib ve sünnetlerini tamam yapmalıdır. İftitâh tekbirinde, ayakta düz durmalıdır. İftitâh tekbiri ânında, Allahü teâlânın zikri ile kalbi hazır olmalı, O’nun büyüklüğünü düşünmeli, ta’zimde bulunmalıdır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Kitapların birçoğunda Kur’ân-ı kerîmin âyetlerinin sayısı, Cennet dereceleri kadardır diye yazmaktadır. Kur’ân-ı kerîmin bütün âyetlerini okuyan, Cennet derecelerinin en üstüne yükselmiş olur.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
İslâmın sünnetlerinden biri de, Arabîyi öğrenmektir. Hazreti Ömer ( radıyallahü anh ): “Arabîyi öğreniniz! Çünkü Arabî, sizi mürüvvete delâlet eder, muhabbeti arttırır. İbâreyi güzel okumak, sözleri iyice açmak ve açıklamak, öğretmenin edeblerindendir.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Sünnetlerden biri de, okunaklı yazmaktır. Çünkü yazının güzeli okunaklı olanıdır. Sözün güzeli de anlaşılanıdır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
İnsanlardan güzel ahlâk sahibi olmalarını isteyen vâ’iz, önce kendisi iyi huylu, ilmi ile âmil olmalıdır. İnsanları, konuşması ile, hâl ve hareketleri ile iyi yola da’vet etmelidir. Söylediklerini kendisi de yapan vâ’izin sözü te’sîrli olup, yalnız söz ile va’z verip ameli olmayanların konuşmaları zayi olur.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Dinleyicileri sıkacak kadar çok uzun konuşmamalıdır. Zira Resûl-i ekrem ( aleyhisselâm ) konuşmalarında Eshâbın sıkılmamasına riâyet ederdi. Dinleyicilerin sıkıldığını hissedince hemen sözü kesmelidir.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Sünnetlerden biri de, her sınıf insan ile, onların akıllarının erdiği, zihinlerinin idrâk ettiği şekilde konuşmalıdır. Âlimin, hakîkati hakkıyla anlatması lâzımdır. Karşısındakinin anlıyacağı gibi anlatmazsa inatçı olan bunu hemen yalanlar, zeki olmayan da gevşeklik gösterir veya yanlış anlar.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Nasihat eden bir âlimin, isyan eden birini itaat eder hâle çevirmesi, Allahü teâlâya insanların ve cinnîlerin ibâdetlerinden sevgili gelir.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
İslâmın sünnetlerinden biri de, din bilgilerini veren hocanın, Allahü teâlânın kullarına doğru yolu göstermeğe, onları ıslah etmeğe, fâideli bilgiler öğretmeye niyet etmesidir. Zira Allahü teâlânın bir kimseye onun sebebi ile hidâyet etmesi, Güneş ve Ay’ın üzerine doğduğu şeyden, ya’nî dünyâdan hayırlıdır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
İlmi herhangi bir âlimden değil; nasihat verici, temiz kalbli, gıybet etmiyen, dinde adâletli, soyu şerefli, yaşı büyük, sultanlarla görüşmeyen, din işlerini sekteye uğratacak kadar dünyâya dalmamış kıymetli âlimlerden öğrenmelidir.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Dinde sünnet olanlardan biri de, din ilimlerinden öğrendiklerini hatırda tutmak, ezberlemek, iyice sindirmek ve kalbe yerleştirmektir. Bilgiler tarlada biten ve yeşeren ekin gibi insan tabiatında yetişmelidir. Din hakkında ihtiyâcı olduğu şeyi sormalı, bildikleri ile yetinmemelidir. Suâli güzel sormalıdır. Çünkü suâli güzel sormak, ilmin yarısıdır. Suâl ilim hazînesinin anahtarıdır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Dînimizdeki sünnetlerden biri de, ilim öğrenme esnasında gadabını yenmektir. Kalbi dağıtacağı için şaka yapmamalı, ilim okuma ve dinleme esnasında, kalbi öldüreceği için gülmemeli ve oyun oynamamalıdır. İlimde mücâdeleye ve münâkaşaya girmemelidir. Çünkü din bilgilerinde tartışmaya girmek sapıtmaya yol açar.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Pazartesi, Perşembe ve Cum’a günleri ilim taleb etmek, öğrenmek sünnettir, âdettir. Zira o günlerde ilim öğrenmek kolay olur.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Hiç kimse, kendini ilim öğrenmekten uzak tutmamalıdır. Çünkü Allahü teâlâ, Tâhâ sûresi yüzondördüncü âyet-i kerîmede kendisini en iyi tanıyan, hükümlerini en iyi bilen Resûlüne bile meâlen: “Ey Resûlüm de ki, yâ Rabbî! İlmimi arttır” diye duâ etmesini emir buyurmuştur.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Mü’min, insanlar arasında güzel ahlâkı ile tanınmalıdır. İlim, hilm, vekar, muhabbet, kerem, hayr ehli, cömert ve işlerinde ihtiyâtlı olmalıdır. Şeytan, ilim ile konuşan, hilm ile susan âlimlerden çok çekinir. Allahü teâlâ katında ilmini hilm ile süsleyen âlimden efdal kimse yoktur. Âlemin ayakta durması, ilmi ile âmil, hilm ile hikmet sahibi âlimler iledir. Hilm ve hikmet sahibi âlimlere ise çok az rastlanır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Selef-i sâlihînin sünnetlerinden biri de, ilim öğrenirken ameli geciktirmemektir, ilim öğrenmeyi mühim göstererek amelde noksanlık veya gecikme olması, şeytanın aldatması ve hîlesidir.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Allahü teâlâdan başkası için ilim öğrenmek haramdır, bâtıldır. Resûl-i ekrem ( aleyhisselâm ) bir hadîs-i şerîfte: “İnsanlar arasında kabûl görmek için ilim öğrenen kimseyi, Allahü teâlâ Cehenneme koyar” buyurmuştur. Amel edilmeksizin öğrenilen ilim zayi olur.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Herkesin ihtiyâcı olduğu kadar ilim öğrenmesi, islamın farzlarından biridir ve farz-ı ayndır. İnsan lüzumlu îmân, ibâdet ve ahlâk bilgilerini öğrenmekle ma’rifetullaha, Rabbini tanımaya yönelmiş olur.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Dinde kendi görüşüne değil, kitâb ve sünnete uyarak konuşmalıdır. Söyleyişinde, yaptığında, hükmettiğinde, kendi reyine değil, kitâb ve sünnetin hükmüne uygun reye uymalıdır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Mü’min, günah işlemekle imândan çıkmaz. Kâfir, ihsân, iyilik etmekle küfürden kurtulmaz. Büyük günah işleyen mü’minlerin kıyâmetteki akıbeti Allahü teâlâya kalmıştır. Dilerse bir miktar azâb eder, dilerse azâbı tattırmadan affeder.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Uyulması gereken sünnet, ilk asrın şerefli insanlarının yürekten sarıldıkları sünnettir. Eshâb-ı Kirâm, Resûlullah efendimiz ( aleyhisselâm ) zamanında görmedikleri bir işi yapanı veya bir âdet ortaya çıkaranı gördüklerinde, az olsun, çok olsun, büyük olsun, küçük olsun, ibâdetlerde, muamelâtta, zikirde olsun şiddetle reddederlerdi.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Allahü teâlâ Yûnus sûresi otuzikinci âyet-i kerîmesinde meâlen; “Haktan sonra, dalâletten, sapıklıktan başka ne olabilir?” buyurmuştur. Hak ise, ancak Resûlullah efendimizin ( aleyhisselâm ) söylediği, yaptığı, işâret ettiği, tefekkür ettiği şeylerdir. Resûlullah ( aleyhisselâm ) hevâdan konuşmaz. Kendisine indirilen ve vahy olunanlardan başka emir ve nehy etmez.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Resûlullaha salât olsun demek, onun yücelmesini. İsminin yükselmesini, da’vetinin her yerde duyulmasını, dîninin devamlı olmasını, âhırette ümmetine şefaatçi olmasını, ecr ve sevâbının kat kat artmasını Allahü teâlâdan istemektir. Resûlullahın âline demek, O’na uyanlara ya’nî mü’minlere demektir. Yalnız Ehl-i beyt ma’nâsına değildir. Çünkü Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ) “Bana, salevât okuduğunuz zaman genelleştiriniz” buyurmuştur.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Cennettekilerin kavuştuğu en şerefli ikram, Yâsîn sûresinde bildirildiği gibi, Hak teâlânın, rü’yet zamanında onlara selâm vermesidir. Bu yönden de Cennet, Dâr-üsselâm olmaktadır. Bir de Selâm Allahü teâlânın ismidir. Dâr-üsselâm şeklinde tamlama yapılması, selâmet yurdu olan Cennetin şerefini bildirmektedir.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Dâr-üsselâm, selâmet yurdu ya’nî Cennet demektir. Cennet ehli her çeşit elem ve âfetten emîndirler. Cennet bekçileri Cennettekilere; “Selâm, kurtuluş, emniyet sizin üzerinize olsun. Temiz oldunuz” derler.
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
Allahü teâlânın yolunda yürümek istiyen bir kimseye evvelâ ne yapmak lâzımdır? diyorsun. Evvelâ Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdıklarına, bildirdiklerine uygun, temiz bir i’tikâd ve îmân lâzımdır. Bundan sonra tövbe-i nasûh, ya’nî daha işlememek üzere, günahlara tövbe etmek, üçüncüsü, herkes ile helâllaşmak, üzerinde hiçbir mahlûkun hakkı kalmamak, dördüncüsü, Allahü teâlânın emirlerini yapacak kadar, İslâmiyeti öğrenmektir.
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
O hâlde, bütün sözlerini ve bütün hareketlerini İslâmiyete uydur! Çünkü, kim olursa olsun, İslâmiyete uymıyan ilimler ve çalışmalar, doğru yoldan sapmaktır ve Allahü teâlâdan uzaklaşmağa sebeb olurlar.
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
Nasihatlerin hülâsası, özü, Allahü teâlâya kulluk ve itaat etmenin ne demek olduğunu bildirmektir. Tâat demek ve ibâdet demek, Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâma tâbi olmak demektir. Ya’nî, bütün sözlerini ve hareketlerini O’nun emirlerine ve nehylerine uydurmak demektir. Ya’nî her söylediğin ve her yaptığın, söylememen ve yapmaman, hep, O’nun emri ile olmaktır.
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
"Lokman Hakim, oğluna şöyle nasihat ederdi: Oğlum, horoz senden daha akıllı olmasın! Hâlbuki o, her sabah zikr ve tesbih ediyor, sen ise uyuyorsun. Şu iki beyti burada söylemek çok güzel olur:
Gece karanlığında güvercin, dallar üzerinde,
Feryâd ile zikrediyor, ben ise uykudayım.
Bu hâl, beni utandırsın! Eğer âşık olsaydım.
Güvercinden evvel, gece ben ağlardım.
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
Yalnız ilim kâfi olan ibâdete lüzum olmasaydı, her gece sabaha karşı “Duâ eden, istiyen yok mu? Vereyim. Tövbe eden yok mu? Affedeyim” buyurulmaz idi.
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
Cân-ü gönülden çalışmak, Allahü teâlânın düşmanı olan nefse şiddetle karşı koyup, onu ezmek lâzımdır ve her ân kendini mezarda bilip, ona göre hazırlanmalıdır. Senden evvel gidenler, hep sana, onlara ne zaman ve ne hâlde kavuşacağına bakıyorlar. Aklını başına topla da, oraya sermâyesiz gitme!
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
İbâdet ederek geçmiş günahlarını affettiremezsen, kıyâmette elin ve dilin âciz kaldığı zaman (Yâ Rabbî, bizi geri dünyâya gönder, bütün ömrümüzü ibâdetle geçireceğiz) diyenlerden olursun. Fakat “Ey ahmak! Oradan geldin ya!” cevâbını alıp kalırsın.
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
Bugün seni günahtan korumıyan ve ibâdete sevketmiyen ilim, yarın Cehennem ateşinden de korumaz.
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
İlim öğrenip de, bunu kullanmamak delîliktir. İlimsiz amel de yanlış olur, kabûl edilmez. Mısra:
İlim edin ve ibâdette kusur etme!.
Ateşte sonsuz yanmaktan bu ikisi kurtarır.
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
Îmân edilecek şeyleri akla uydurmağa, beğendirmeğe uğraşmak, dinsizlerle, câhillerle, münâkaşa edip, onların bozuk düşünceleri ile uğraşmak ve Kur’ân-ı kerîmi öğrenmeden ve namazı, abdesti, orucu, farzları, haramları okumadan, bilmeden para kazanmağa kalkışmak, herkesten fazla zengin olmak için doktorluk, mühendislik, edebiyyât, hukuk ilimleriyle uğraşmak, ömrü boş yere harcamak olur.
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
Keyfine göre yaşa! Fakat bu yaşaman uzun sürmiyecek, birgün elbette öleceksin. Gece gündüz düşündüğün, sımsıkı sarıldığın lezzetlerden elbette ayrılacaksın. Dünyânın nesini seversen sev, hepsine veda edeceksin! Elinden geleni yap! Fakat unutma ki, her yaptığının hesabını vereceksin!
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
İyi bil ki, çalışmayınca, din yolunda yürümedikçe sevâb kazanamazsın!
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
İnanmakla ve söylemekle imân hâsıl oluyor, ibâdet etmekle kemâle gelip, cilalanıyor.
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
Ameli, ibâdeti elden bırakma! Kalbe âit hâlleri ve bilgileri unutma! Ya’nî hareketlerin ilme, hallerin de, tasavvufa uygun olsun!
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
Amelsiz ilim, insanı kurtarır zannediyorsun ve ilim sahibi olunca, amel etmeden kurtuluruz sanıyorsun. Bu hâlinize çok şaşılır. Çünkü ilmi olan kimsenin, amelsiz kuru ilmin kıyâmette kendine zarar vereceğini, bilmiyordum, diye Özür ve bahâne yapamıyacağını bilmesi lâzımdır.
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
Nasihat vermek kolaydır. Nasihat kabûl etmek güçtür. Çünkü, nefislerine uyanlara, dünyâ zevklerinin peşinde koşanlara, nasihat acı gelir, haramlar ise tatlı gelir.
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
Cennet ve Cehennem hâllerini ve sıfatlarını çocuğa anlatmalı, işlerdeki sevâb ve ikabı bildirmelidir. Küçük yaşında böyle terbiye ederse, taş üzerindeki yazı gibi olur. Sonra yapılırsa duvardaki toprak ve sıva gibi dökülür.
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
Çocuğa yemekten maksat, kulun Allahü teâlâya ibâdet etmesi için lâzım olan kuvvet ve gıdayı almaktır. Dünyâdan maksat, âhıret için azık toplamaktır. Zira kimseye kalmaz, ölüm çabuk ve ansızın gelir. Ne bahtiyardır o kimse ki, dünyâda iken âhıret azığını elde eder. Cennete ve Allahü teâlânın rızâsına kavuşur demelidir.
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
Çocuğa, başkasının malını çalmayı, haram yemeyi, yalan söylemeyi gözünde çirkin gösterecek şekilde anlatmalıdır. Dâima böyle kötülükler yapmış olanlardan bahsetmelidir. Böyle yetiştirip sonra bülûğa erince, bu edeblerin sırlarını, inceliklerini ona söylemelidir.
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
Çocuk, Yedi yaşında olunca, tatlı ve kolay bir ifâde ile namaz ve abdesti ona öğretmelidir.
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
Çocuğa tükürüğünü ve sümüğünü, yere atmamasını, arkasını insanlara dönmemesini, edeble oturmasını, elini çenesine dayamamasını öğretmelidir. Zira bu, tenbellik ve gevşeklik alâmetidir. Fazla konuşmamasını, kat’iyyen yemîn etmemesini, sorulmadan konuşmamasını, kendinden büyüğüne saygı göstermesini ve onun önünden yürümemesini, dilini kötü söz, sövme ve la’netten korumasını öğretmelidir.
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
Çocuğa, başkalarından birşey almak, dilencilerin ve sokak çocuklarının işidir, demelidir. Bir kimseden para almasına müsâade etmemelidir. Bu, helakine sebeb olur ve onu kötü işlere düşürür
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
Çocukta sıkılmak ve üzülmekten kötü huy peyda eder ve kalbi kör olur. Herkese karşı alçak gönüllü olmasını öğretmelidir. Çocuklar arasında övülmemeli, kendini medhetmemelidir. Çocuklardan birşey aldırmamalıdır. Bilâkis onlara vermelidir.
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
Baba, baba olduğunu, büyük olduğunu hissettirmelidir. Anne, çocuğu baba ile korkutmalıdır. Gündüz uyutmamalıdır. Zîrâ gevşek olur. Yumuşak yatakta yatırmamalıdır. Böylece bedeni kuvvetli olur. Her gün bir saat oynamasına müsâade etmelidir.
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
Çocuk iyi iş yapınca ve çocukta iyi huy görünce, o işinden ve ahlâkından dolayı onu övmeli, aferin demeli, sevindirecek birşey vermeli, insanların yanında onu övmelidir. Bir kusur işlerse veya kötü söz söylerse, bir iki defa görmemezlikten gelmeli, sık sık azarlamamalıdır. Sık sık azarlanırsa, cesâretlenir, gizli yaptığını açıkça yapmaya başlar. Kızacaksa, bir defa ona kızmalı, korkutmalıdır ve: “Sakın bu hareketini kimse görmesin ve bilmesin, insanlar arasında rezil, rüsvâ olursun. Sana kimse arka çıkmaz!” demelidir.
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
Çocuğu mektebe verince, Kur’ân-ı kerîm öğretmeli, sonra zâhidlerin, evliyânın hikâye ve hâllerini, Sahâbe-i Kirâmın ve geçmiş büyüklerin güzel ahlâkını anlatmalıdır.
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
Kötü arkadaştan çocuğu korumalıdır. Korunmayan çocuklar, küstah yalancı, hırsız, saygısız ve korkusuz olurlar. Uzun yıllar bu sıfatlardan ayrılamazlar.
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
Çocukta İlk meydana gelen şey yeme arzusudur. O hâlde yemek yemenin edeblerini öğretmek lâzımdır. Meselâ sağ el ile yemeye alıştırmak. Bismillah demek, acele yememek, çok yememek, iyice çiğnemek, başkasının lokmasına bakmamak, bir lokmayı yutmadan diğerini eline almamak, arasıra yalnız ekmek verip hep iyi yemeğe alıştırmamak, çok yemeyi gözünde ayıb göstermek, bunu hayvanlar ve akılsızlar yapar diye söylemek, çok yiyen çocukları kendi çocuğuna ayıblamak, lâzımdır. Çocuk hamd etmeyi edeble söylerse, övünmemeye alışır ve öyle olur.
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
Çocuğu ba’zı şeylerden utanmaya, haya etmeye başlarsa, bu iyi bir müjdedir ve akıl nûrunun kendisine geldiği kimsenin, utanmayı kendine muhafız yapmasına işârettir. Çünkü, kendisine çirkin gelen her şeyden haya eder.
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
Çocuğa kötü huylar sütle anadan geçer. Haramdan meydana gelen süt ise temiz olmaz. Çocuğun eti ve derisi o haramdan olursa, tabiatı buna yakın olur ve bülûğa erdikten sonra, meydana çıkar. Dili açılmaya başlayınca ilk sözü Allah olmalıdır. Bunu sık sık çocuğa söylemeli, söyletmelidir.
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
Çocuğu, daha başlangıçta temiz olmasına dikkat etmelidir. Ona helâl süt vermeli, süt veren iyi huylu ve helâl lokma yiyici olmalıdır.
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
Çocuğu süslü elbiselere ve tatlı yemeklere alıştırmamalıdır. Sonra bunlardan ayrılamaz. Bütün ömrünü bunlara kavuşmağa sarfeder.
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
Çocuğu korumak demek, onu terbiye etmek ve ona iyi ahlâkı öğretmekle ve kötü arkadaştan korumakla olur. Çünkü bütün kötülüklerin başı fenâ arkadaştır.
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
Bil ki çocuk, ana-baba elinde bir emânettir. Kalbi kıymetli bir cevher gibi temizdir. Mum gibi her şekli alabilir. Bütün yazı ve şekillerden uzaktır. Temiz bir toprak gibi olup, hangi tohum atılırsa, yetişir, iyilik tohumu ekilirse, din ve dünyâ saadetine kavuşur. Annesi, babası ve hocası sevâbında ortak olur. Şayet fesat tohumu atılırsa, helak olur, annesi, babası ve hocası da günahına ortak olur.
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
Günah işleyenin kalbi kararmış olur. Hakkı nasıl görebilir? Bilhassa, haram yemek kalbi tam karartır. Helâl yemek kadar kalbi nurlandıran birşey yoktur, işin esâsı haram yemekten sakınmaktır. Helâlden başka şey yememelidir.
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
Malın perde olması; kalbi meşgûl etmesidir. Hâlbuki kalb, Allahü teâlâdan başka herşeyi terk etmedikçe ilerleme olmaz. O hâlde malı aradan kaldırmak lâzımdır. Ancak kalbi meşgûl etmeyecek kadar, ihtiyâç miktarı almak perde olmaz. Mevki ve makamın perde olmasından kurtulmak, bunları istememekle olur. İnsan meşhûr olunca, insanlarla olmaktan, kabûl görmekten lezzet alır.
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
Kendisi ile Allahü teâlâ arasındaki perdeyi kaldırması lâzımdır. Böylece âyet-i kerîmede meâlen; “Önlerine ve arkalarına perde koyduk” (Yâsîn-9) buyurulanlardan olmaz. Perde dört çeşittir. Bunlar; mal, mevki, mücâdele ve münâkaşa, ma’siyettir.
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
Hak yolda (din yolunda) ilerleyene en önce lâzım olan şey, şartları yerine getirmek, sonra bunlara sıkı sarılmak ve sonra da etrâfını surlarla çevirip kale gibi olmak lâzımdır.
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
Dünyânın zulmet, birkaç günlük ve fânî olduğunu, âhıretin ise saadet ve ebedî olduğunu bilince, âhıret için hazırlanmak, azık toplama arzusu kendiliğinden doğar. Bu arzuya kavuşan kimseye, kıymetli birşey için ehemmiyetsiz birşeyi vermek zor gelmez. Çünkü bugün topraktan bir saksıyı verip, yarın karşılığında altın bir kupa almak herkese kolay gelir. O hâlde insanların bütün kusurlarının sebebi, îmân zayıflığıdır.
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
Hakka kavuşamayan, Hak yolunda gitmediği için kavuşamaz. Hak yolda gitmeyen, istemediği için gitmez, istemeyen de, bilmediği için istemez. Böyle kimsenin îmânı da tam değildir.
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
Kalbin yaratılma sebebi; ilim, hikmet, ma’rifet, Allah sevgisi, ibâdet, Allahü teâlâyı zikrden lezzet duymak, Allahü teâlânın sevgisini bütün sevgilerden üstün tutmak, bütün nefsânî isteklerine, şehevî arzularına karşı Allahü teâlâdan yardım dilemektir.
İmâm-ı Gazâlî (Rahmetullahi aleyh)
Güzel ahlâk, ba’zan fıtrat ve tabiat ile, ba’zan iyi işleri yapmayı âdet hâline getirmekle, ba’zan da sâlih kimselerle, iyi insanlarla beraber olmakla elde edilir, insan tabiatı, arkadaşının hem iyiliğini hem de kötülüğünü alır. Bu bakımdan, sâlih kimseler ile sohbet ahlâkın düzelmesine vesiledir. Kötü kimselerle beraber bulunan ve kötülüğü âdet hâline getiren kimse ise Allahü teâlâdan uzaktır.