KÂDI IYÂD (Rahmetullahi aleyh)
Resûlullah ( aleyhisselâm ) çok uzun boylu olmayıp, kısa dahî değildi. Yanına uzun bir kimse gelse, ondan uzun görünürdü. Oturduğu zaman, mübârek omuzu, oturanların hepsinden yukarı olurdu.
KÂDI IYÂD (Rahmetullahi aleyh)
Fahr-i âlemin ( aleyhisselâm ) mübârek parmakları iri idi. Mübârek kolları etli idi. Mübârek avuçlarının içi geniş idi. Bütün vücûdunun kokusu, miskten güzel idi. Mübârek bedeni, hem yumuşak, hem de kuvvetli idi. Enes bin Mâlik ( radıyallahü anh ) diyor ki, “Resûlullaha on sene hizmet ettim. Mübârek elleri ipekten yumuşak idi. Mübârek teni miskten ve çiçekten daha güzel kokuyordu. Mübârek kolları, ayakları ve parmakları uzun idi. Mübârek ayaklarının parmakları iri idi. Mübârek ayaklarının altı çok yüksek olmayıp yumuşak idi. Mübârek karnı geniş olup, göğsü ile karnı beraber idi. Omuz başının kemikleri iri idi. Mübârek göğsü geniş idi. Resûlullahın ( aleyhisselâm ) kalb-i şerîfi nazargâh-ı ilâhî idi.
KÂDI IYÂD (Rahmetullahi aleyh)
Fahr-i âlem ( aleyhisselâm ) güler yüzlü idi. Tebessüm ederek gülerdi. Gülerken mübârek ön dişleri görünürdü. Güldüğü zaman nûru duvarlar üzerine ziya verirdi. Ağlaması da gülmesi gibi hafif idi. Kahkaha ile gülmediği gibi, yüksek sesle de ağlamazdı, amma mübârek gözlerinden yaş akar, mübârek göğsünün sesi işitilirdi. Ümmetinin günahlarını düşünüp ağlardı ve Allahü teâlânın korkusundan ve Kur’ân-ı kerîmi işitince ve ba’zan da namaz kılarken ağlardı.
KÂDI IYÂD (Rahmetullahi aleyh)
Fahr-i âlemin ( aleyhisselâm ) alnı açık idi. Mübârek kaşları ince idi. Kaşları arası açık idi. İki kaşı arasında olan damar, hiddetlenince kabarır idi. Mübârek burnu gayet güzel olup orta yeri bir miktar yüksek idi. Mübârek başı büyük idi. Mübârek ağzı küçük değildi. Mübârek dişleri beyaz idi. Mübârek ön dişleri seyrek idi. Söz söylediği zamanda, sanki dişleri arasından nûr çıkardı. Allahü teâlânın kulları arasında O’ndan daha fasîh, tatlı sözlü kimse görülmedi. Mübârek sözleri gayet kolay anlaşılır, gönülleri alırdı ve rûhları cezb ederdi. Söz söylediği zaman, kelimeleri inci gibi dizilirdi. Bir kimse saymak isterse, kelimeleri sayılmak mümkün idi. Ba’zan iyi anlaşılması için üç kerre tekrar ederdi. Cennette Muhammed aleyhisselâm gibi konuşulacaktır. Mübârek sesi, kimsenin yetişemediği yere yetişirdi.
KÂDI IYÂD (Rahmetullahi aleyh)
Fahr-i kâinatın ( aleyhisselâm ) mübârek yüzü ve bütün a’zâ-i şerîfesi ve mübârek sesi, bütün insanların yüzlerinden ve a’zâlarından ve seslerinden güzel idi. Mübârek yüzü bir miktar yuvarlak idi. Neş’eli olduğu zamanda, mübârek yüzü ay gibi nurlanırdı. Sevindiği mübârek alnından belli olurdu. Resûlullah ( aleyhisselâm ) gündüz nasıl görürse, gece dahî öyle görürdü, önünde olanları gördüğü gibi, arkasında olanları dahî görürdü.
KÂDI IYÂD (Rahmetullahi aleyh)
Allahü teâlâ, sevgili Peygamberimizi ( aleyhisselâm ) her bakımdan en güzel yaratmıştır. Herşeyi O’nun hürmetine yarattığını bildirmiştir. Allahü teâlâ, kalblerimizi nurlandırsın, habîbinin sevgisi ile doldursun. Allahü teâlâ, bütün güzel vasıfları Peygamber efendimizde cem etmiştir. Şimdi O’nun ( aleyhisselâm ) mübârek hilye-i se’âdetlerini (görünüşlerini) anlatmakla şereflenelim
KÂDI HÂN (Hasen bin Mensûr el-Fergânî) (Rahmetullahi aleyh)
Nemmâm, ya’nî koğuculuk yapanın, şarkı söyleyenin, tegannî edenin, vakfelere riâyet etmiyenin imamlığı mekrûhtur.” Vakfe; Kur’ân-ı kerîm okunurken durulması lâzım gelen yerlerde durmaktır. Vakfe yerlerinde durmayıp, başka yerlerde duran kimse İmâm olursa, buna uymak mekrûhtur.
KÂDI HÂN (Hasen bin Mensûr el-Fergânî) (Rahmetullahi aleyh)
Birisine herşeyde vekîlimsin dese, yalnız malını korumak için vekîl yapmış olur. Herşeyde vekîlimsin, emrin caizdir dese, bey’ ve şirâ (alış-veriş), hîbe (hediye etmek) ve sadaka gibi bütün alış-verişte vekîl yapmış olur.
KÂDI HÂN (Hasen bin Mensûr el-Fergânî) (Rahmetullahi aleyh)
Namazı cemâatle kılmak ve “Tumânînet” ile kılmak, rükû’dan sonra “Kavme” yapmak ve iki secde arasında “Celse” yapmak Resûlullah efendimiz tarafından bildirilmiştir. Kavmenin ve celsenin farz olduğunu bildiren âlimler vardır. Hanefî mezhebinin müftîlerinden Kâdı Hân, bu ikisinin vâcib olduğunu, ikisinden birisini unutunca, Secde-i Sehv (yanılma secdesi) yapmak vâcib olduğunu ve bilerek yapmıyanın namazı tekrar kılmasını bildirmiştir.
KÂDI HÂN (Hasen bin Mensûr el-Fergânî) (Rahmetullahi aleyh)
Farzdan önce sünnet kılmak, şeytanın ümidini kırmak, onu üzmek için emrolundu. Şeytan, Allahü teâlânın emretmediği sünnetlerde bile, insanı aldatamıyorum, emrettiği farzlarda hiç aldatamam diye üzülür.
İsmaîl Bin Muhammed El-İsfehani (Rahmetullahi aleyh)
Ebû Zer ( radıyallahü anh ) buyurdu ki: “Hayır bir şey yazmak sükûttan, sükût şerri (kötü olan bir şeyi) yazmaktan, sâlih arkadaş, yalnız bulunmaktan, yalnız olmak kötü arkadaştan daha iyidir.”
İsmaîl Bin Muhammed El-İsfehani (Rahmetullahi aleyh)
Lokman Hakim oğluna; “İnsanlara muhtaç olduğunu gösterme. Çünkü senin böyle yapman zenginliktir. Tama’dan sakın. Çünkü tama’ hazır bir fakirliktir. Namazını dünyâya veda eden kimse gibi kıl. Özür dilemeyi gerektirecek şeylerden sakın” buyurdu.
İsmaîl Bin Muhammed El-İsfehani (Rahmetullahi aleyh)
Lokman Hakim oğluna şöyle nasihatte bulundu: “Oğlum! Allahü teâlâdan öyle kork ki, bu korku seninle ümidin arasına girsin, senin ümidini tamamen kessin. Fakat Allahü teâlâdan öyle ümid et ki, senin ile korkun arasına girip, sendeki korkudan hiçbir şey bırakmasın.” Bunun üzerine oğlu. “Ey Babacağım! Benim bir kalbim var. Kalbimi korku ile doldurursam, bu, benim ümidime mâni olur. Kalbimi ümit ile doldurursam, bu ümidim, hiçbir korkuya kalbimde yer vermez” dedi.
İsmaîl Bin Muhammed El-İsfehani (Rahmetullahi aleyh)
“Kul, dört şey arasındadır: “Belâya düçâr olsa sabreder, bir ni’mete kavuşursa şükreder, eğer konuşursa doğru söyler, hüküm verirse adâlet gösterir.”
İsmaîl Bin Muhammed El-İsfehani (Rahmetullahi aleyh)
Her peygamber Allahın kendisine bildirdiği îmân ve amel bilgilerine da’vet etmektedir. Allahü teâlâ bütün kullarına, peygamberlerine itaat etmeyi farz kıldı. Peygamberleri, kulları üzerinde kendisinin delîli kıldı. Nihâyet onların sonuncusu Muhammed aleyhisselâm oldu ve bütün kullarına da, O’na itaat etmeyi farz eyledi.
İsmaîl Bin Muhammed El-İsfehani (Rahmetullahi aleyh)
Dinde sünnet olan esas, tâbi olmaktır. Bu tâbi olmak da, Allaha tâat olan şeye ve Allaha itaat eden kimselere tâbi olmaktır. Allaha tâata tâbi olmak demek de, Allahın emir ve yasaklarına uymak demektir. Allahü teâlâ, kendisine tâat husûsunda, kendine itaat edenlere de itaat etmeyi farz kıldı. Onlar da, Âdem aleyhisselâm zamanından Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm zamanına kadar gelen Peygamberlerdir. Onlar, Allaha çağıran, da’vetçiler ve O’na tâat husûsunda rehberler, yol göstericiler oldular, ilk gelen peygamberler, sonra geleni müjdeledi. Sonraki de, öncekini tasdik etti.
İsmaîl Bin Muhammed El-İsfehani (Rahmetullahi aleyh)
“Allahü teâlâyı sevmenin alâmeti, her hâlinde Resûlullahın ( aleyhisselâm ) sünnetine ittibâ etmek, uymaktır. Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde Âl-i İmrân sûresi 103. âyet-i kerîmede meâlen; “Hepiniz Allahın ipine sımsıkı sarılınız!” buyurdu. Peygamber efendimiz de, bu âyet-i kerîmenin tefsîrinde buyurdu ki: “Ey insanlar! Allahtan korkunuz. Size tâat ve cemâat lâzımdır. Çünkü cemâat, Allahın size, (sarılmanızı) emrettiği ipidir.”
İsmaîl Bin Muhammed El-İsfehani (Rahmetullahi aleyh)
Resûlullaha ( aleyhisselâm ) tabî olmanın delîli şudur ki; Allahü teâlânın O’na olan sevgisini bilmektir. Ona tâbi olanlar, Allahın sevgisine ve mağfiretine kavuşurlar. Çünkü cenâb-ı Hak Kur’ân-ı kerîmde, Âl-i İmrân sûresi otuzbirinci âyetinde meâlen buyurdu ki: “Ey sevgili Peygamberim,! Onlara de ki, eğer Allahü teâlâyı seviyorsanız ve Allahü teâlânın da, sizi sevmesini istiyorsanız, bana tâbi olunuz! Allahü teâlâ bana tâbi olanları sever.
İsmaîl Bin Muhammed El-İsfehani (Rahmetullahi aleyh)
Dinde kendi aklına ve görüşüne uyarak kıyâs yapmayı terk etmek lâzımdır. Cedelleşmeyi ve husûmeti, Kaderiyye’nin kepazeliklerini, i’tikâdda sapık yolları gösteren Ehl-i bid’at kelâmcıların, kelâm ya’nî i’tikâd konusunda görüş beyan etmeyi ve yıldıznâme kitaplarını okumayı terk etmek lâzımdır.
İsmaîl Bin Muhammed El-İsfehani (Rahmetullahi aleyh)
Mi’râc haktır. Peygamberimiz ( aleyhisselâm ) bir gece, rûhu ve bedeniyle semâya yükseldi. Cenneti, Cehennemi, melekleri, Peygamberleri gördü. Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya kadar gece yolculuğu yaptı. Sonra oradan mi’râc eyledi. Allahü teâlâ ile konuştu. Gözü bir an Allahü teâlâdan ayrılmadı.
İsmaîl Bin Muhammed El-İsfehani (Rahmetullahi aleyh)
Kıyâmet kopmadan meydana çıkacak olan alâmetlerden; Deccâl, Dâbbet-ül-erd, Ye’cûc ve Me’cûc, güneşin batıdan doğması, hepsi haktır, doğrudur. Ya’nî mutlaka olacaktır.
İsmaîl Bin Muhammed El-İsfehani (Rahmetullahi aleyh)
Cennet ve Cehennem, Allahü teâlâ tarafından sevâb ve azâb yeri olarak yaratılmıştır. Cennetin ni’metleri ve Cehennemin azâbı ebedi, sonsuzdur. Bu ikisini, diğer varlıkları yaratmadan önce yaratmıştır.
İsmaîl Bin Muhammed El-İsfehani (Rahmetullahi aleyh)
Kalbinde zerre kadar imân bulunan kimse, Cehennemde sonsuz olarak kalmaz. Günahları sebebiyle Cehenneme atılan kimseler, Allahü teâlânın rahmetiyle oradan çıkarılırlar. Sonra Cennetin kapısı yanındaki bir nehrin içine sokulurlar. Suyun içindeki kuru tohumun bittiği gibi biterler. Sonra Cennete sokulurlar.
İsmaîl Bin Muhammed El-İsfehani (Rahmetullahi aleyh)
Sûr haktır. O, isrâfil aleyhisselâmın üfleyeceği bir borudur. İki defa üflenir. Birincisinde, bütün canlılar ölürler, ikincisinde de, tekrar dirilirler.
İsmaîl Bin Muhammed El-İsfehani (Rahmetullahi aleyh)
Sırat köprüsü haktır. O, Cehennemin üstünde kurulacak olan bir köprüdür. Herkes, mutlaka onun üzerinden geçecektir.
İsmaîl Bin Muhammed El-İsfehani (Rahmetullahi aleyh)
Resûlullahın şefaati haktır. Bunun gibi diğer bütün Peygamberlerin, meleklerin, âlimlerin, şehidlerin şefaat etmeleri de haktır.
İsmaîl Bin Muhammed El-İsfehani (Rahmetullahi aleyh)
Resûlullah efendimize mahsûs olan Kevser havuzu haktır. Onun bir ucu ile diğer ucunun arası, Aden ile Umman arası kadar uzundur. Onun etrâfındaki ibrikler (kâseler), gökyüzündeki yıldızlar sayısıncadır. Onun suyu, baldan daha tatlı ve sütten daha beyaz olup, kokusu miskten daha güzeldir. Ondan içen kimse, hiç bir daha susamaz.
İsmaîl Bin Muhammed El-İsfehani (Rahmetullahi aleyh)
Kabir azâbı haktır. Kabrin sıkması haktır. Münker ve Nekir isminde iki meleğin, insanların kabirlerine gelip, “Rablerinden, dinlerinden, Peygamberlerinden ve başka şeylerden sormaları haktır. Allahü teâlâ dünyâ ve âhıret hayatında kavl-i sabit (Kelime-i şehâdet) ile imân edenlerin ayaklarını kaymaktan korur. Zâlimleri, imân etmeyenleri de cezalandırmış olur. Allah dilediğini yapar.
İsmaîl Bin Muhammed El-İsfehani (Rahmetullahi aleyh)
“Allahü teâlânın kazasına rızâ göstermeli, Allahın emrine teslim olmalı, Allahın hükmüne sabretmeli, Allahın emrettiklerini almalı ve nehyettiklerinden sakınmalıdır. İmân, söze, amele, niyete ve sünnete muvafakattir. O, tâat ve ibâdetleri yapmakla kuvvetlenir, günah olan şeyleri işlemekle zayıflar (ya’nî parlaklığı azalır).
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Sâlih müslüman, malından, parasından verdiği sadakalarda, ana ve babasına diye niyet eder. Böyle niyet ederse kendi sevâbından birşey eksilmez ve ana-babasına da onun kadar sevâb verilir. Rebi’ bin Heysem ( radıyallahü anh ) büyüklerden idi. Yolda insanlara eziyet veren taşları, birini babasına niyetle kaldırıp sağ tarafına, diğerini annesine niyetle sol tarafına atardı. Ana-babasına iyilik etmek ve sevâbı onlara olmak üzere kızgınlığını yenerdi. Buradan anlaşılıyor ki, çocuk yaptığı her iyilikte ana-babasına niyet ederse, kendisinin aldığı sevâbtan hiç azalmadan, birer misli de onlara verilir. Kuşluk vakti iki rek’at namaz kılıp, sevâbını onların rûhuna bağışlar, sevâbı onlara ulaşır. İyi bir evlât, onların hakkını ödemede kendini dâima eksik ve kusurlu görür.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Anası ve babası öldükten sonra, verdikleri sözleri ve vasıyyetleri icra eder. Onların dost ve ahbablarına hürmet eder. Sevdiklerini yoklar, akrabâlarını ziyâret eder. Bir hadîs-i şerîfte; “Babanın arkadaşını ve arkadaşının oğlunu arayıp sorman babana iyiliktendir” buyuruldu. Bir hadîs-i şerîfte de; “Babasını kabrinde ziyâret etmek isteyen, babasından sonra onun ahbablarını ziyâret etsin. Ana-babasına iyilik, ihsân etmiyen, bari onlar vefât ettikten sonra iyilik yapsın ve onlar için sadaka versin. Böylece ana-babasına iyilik edenlerden yazılsın” buyuruldu. Bir hadîs-i şerîfte de; “Ana ve babasının veya bunlardan birinin kabrini her Cum’a günü ziyâret eden, onlara iyilik yapanlardan yazılır” buyuruldu.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Sâlih müslüman, ana ve babasının önünden yürümez. Onların yanında, meclisin baş köşesinde oturmaz. Ana ve babasını isimleri ile çağırmaz. Anneciğim, babacığım diye hitâb eder. Kimsenin anasına-babasına sövmez. Çünkü o kimse de kendi anasına-babasına sövebilir. Yemek, içmek, oturmak, konuşmak ve benzeri şeylerde onlardan önce davranmaz. Onlara keskin ve dik bakışla bakmaz. Mü’min iseler, cenâze namazlarını kılar ve Allahü teâlâdan onlar için mağfiret diler.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Sâlih müslüman, ana ve babaya dünyâda Allahü teâlânın emrettiği şekilde muâmele eder. Ana ve baba hakkını, öldükleri zaman ve sonra da gözetir. Onları dinimizin emrine uygun techiz, tekfin ve defn eder. Yaşadıkları müddetçe onlara hayır ve hidâyetle duâ eder.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Sâlih müslüman, anne ve babasına karşı saygılı ve itaatli olur. Emîrlerini dinler. Onlara karşı alçak gönüllü davranır. Alçak gönüllülük ifadesi olarak anasının elini öper. Ana ve babasına bizzat kendisi, eli ile hizmet eder, hizmetlerini başkasına bırakmaz. Babanın haklarından biri de; oğlu daha bilgili ve âlim olsa da, babasına hürmet ve ta’zimi gözetip, namazda ona İmâm olmaz. Ana ve babası müşrik, kâfir olsalar da, hizmetten geri kalmaz.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Ebû Hüreyre ( radıyallahü anh ) sabah olunca, annesinin odasının kapısına varıp: “Esselâmüaleyki ve rahmetullahi ve berekâtühü ey annem! Ben küçükken beni yetiştirip terbiye ettiğin gibi, Allahü teâlâ sana hayırlı karşılıklar versin” derdi. Annesi de: “Sen bana, yaşlandığım zaman itaat ve iyilik ettin. Bunun için sana da Allahü teâlâ, benim tarafımdan hayırlı karşılıklar versin” cevâbını verirdi. Sonra, Ebû Hüreyre ( radıyallahü anh ) çıkar, döndüğü zaman yine aynı şekilde söylerdi.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Sâlih müslüman, anne ve babasını beğenmiyerek, ben onların oğlu, kızı değilim demez. Kendi malından, parasından onlara sarf eder. Çünkü ana ve babasına harcayacağından, verdiğinden kendisine suâl olunmaz. Hazreti Hüseyn’in oğlu Zeynel Âbidîn Ali ( radıyallahü anh ), edeblerini gözetemem endişesiyle ana ve babasıyla yemek yemezdi. Çocuk ana-babasına şefkat, merhamet ve sevgi ile bakar. Ona böyle her bakışı için, kabûl edilmiş bir hac sevâbı verilir. Harbe, hacca, ilim öğrenmeğe ve para kazanmağa ana-babasından izinsiz gitmez.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Ana-babanın haklarından biri; onlara karşı alçak gönüllü olmak, yaşadıkları müddetçe onlara hizmet etmek ve bununla onların rızâlarını kazanmaktır. Ana ve babaya karşı, az da olsa hoşlanmadıkları hareket ve ifâdede bulunmaz. Konuşurken, onların sesinden yüksek sesle konuşmaz, bağırarak hitâb etmez. Dinde mübah olan husûslarda, kâfir de olsalar, onlara itaat eder. Çünkü Allahü teâlânın rızâsı, ana ve babanın rızâsındadır. Gadabı da onların kızmasındadır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Allahü teâlâ katında makbûl amellerin en üstünlerinden biri de, ana-babaya iyilik ve ihsân etmektir. Allahü teâlâ, anaya-babaya itaat ve iyiliğin öneminin büyüklüğünü belirtmek için, bunu, kendine ibâdete yakın tuttu. Hadîs-i şerîfte: “Babalarınıza iyilik ve itaat ediniz, çocuklarınız da size iyilik ve itaat etsinler” buyuruldu. Rivâyet olunur ki: Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma: “Ana-babasına güzel muâmele edip, bana isyan edeni iyilerden yazarım. Bana itaat edip, ana-babasına isyan edeni âsîlerden yazarım” buyurdu.. Ana hakkı, baba hakkının iki katıdır. O hâlde anaya itaat, iyilik ve güzel muâmele, öncelikle lâzımdır, farzdır. Çünkü Allahü teâlâ, anaya güzel muâmele etmeği, kitabında açıkça tavsiye ve emretmektedir. Bir hadîs-i şerîfte; “Cennet, anaların ayakları altındadır” buyuruldu.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Her sözünde, işinde ve düşüncesinde Allahü teâlâdan hayır, afiyet ve din salahı ister. Her işin şerrinden Allahü teâlâya sığınır. Besmele okur. Çünkü onda her iyiliğe yardım vardır. E’ûzü çeker. Çünkü bunda da her belâyı ve fitneyi izâle vardır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Bir iş için, akıl, takvâ, hikmet ve tecrübe sahibi on kişiye danışırdı. Veya bu sıfatta olanlardan biriyle on defa meşveret ederdi. Meşveret eden, iki rek’at namaz kılıp sonra Allahü teâlâdan hayırlı olanı ister. Başladığı işte rahat olur, acele etmez. Hilm ve vekar ile davranıp acelecilikten kaçınır. Orta yolu tutar, taşkınlık ve aşırılık yapmaz, iki işle karşılaşırsa, hafif ve kolayını seçer. Çünkü o, tehlike, zarar ve fitneden daha uzaktır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
İşlerin hepsi önem bakımından bir değildir. Biri diğerinden önemli olur. Hadîs-i şerîfte: “Yıllarca yolculuk yapmakla mümkün olabilecekse de anne ve babana iyilik yap, bir sene yolculuğa mâl olsa da akrabanı ziyâret et. Bir mil mesafede bulunsa da, müslüman hastayı yokla, dört mil mesafede olsa da cenâze namazını git kıl” buyuruldu.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Müslüman, din kardeşine üç günden çok dargın durmaz. Böyle dargın olanların hayırlısı, önce selâm verip barışandır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
İyi bir müslüman, din kardeşinin elbisesinde, yüzünde zarar verici bir şey görürse onu hemen alır. Merak etmemesi için önce ona gösterir, sonra atar. Arkadaşı da, ona, “Elin hayıra kavuşsun” veya “Çocukların ve torunların da sana, bana hizmet ettiğin gibi hizmet etsinler” der. Zarar, eziyet veren şeyi kaldıran, onun bu duâsına karşılık, “Senin elin de dert, kötülük görmesin” veya “Allahü teâlâ çocuklarını ve torunlarını sana karşı gelmekten korusun” der. Bu davranış ve söyleşmeler iki tarafın da sevgi ve beraberliğini arttırır, demişlerdir.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
İyi bir müslüman, din kardeşinin sırrını ifşa etmez. Bu hıyânettir ve kalbin pis Olduğunu gösterir. Yanlarında üçüncü bir kişi varsa, iki kimse birbiri ile gizli olarak fısıldaşarak konuşmaz. Çünkü bu hâl, diğer mü’mine eziyet verir ve onlara kötü zanda bulunulmasına sebep olur. Arkadaşı ile beraber otururken, kalkmak için izin ister
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Müslümanlar, din kardeşleri ile bir yerde otururken, saf hâlinde birbirine yakın ve bitişik olup, ayrı ve dağınık oturmazlar. Çünkü bu, kalblerin birleşmesine sebeb olur. İyi bir müslüman, müslümanlardan fakir olanlarla, vera’ sahibleri ile, imân ve ilim sahibleri ile oturmağı tercih eder. Hadîs-i şerîfte: “Büyüklerle otur, âlimlerden sor, hikmet sahibleri ile konuş” buyuruldu. Görüldüğü zaman, Allahü teâlânın hatırlandığı, konuştuğu zaman amelin arttığı ve âhırete âit sevgini çoğaltan kimselerle, ya’nî evliyâ ile otur. Mecliste konuşulanları muhafaza et, mahrem olan mevzûları başka yerde anlatma! Hadîs-i şerîfte: “Birlikte oturan iki kişi Allahü teâlânın emânetiyle otururlar. Bunlardan birinin, bir başkasına, hoşlanmadığı bir şeyi açması helâl olmaz” buyuruldu.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Din kardeşleri ile görüşmek için hazırlanmak, onlar için süslenmek, en temiz ve en güzel elbisesini giymek de sünnettir. Abdest alır, güzel koku sürünür, saçını tarar. Sonra da din kardeşlerinin yanına çıkar.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
İslâmın sünnetlerinden biri de, ziyâretine gelene ikram etmek, altına minder koymak, hizmetine kalkmaktır. Ziyâret edenin de, kendine yapılan ikramı red etmemesi, hizmeti beğenmemezlik etmemesi lâzımdır. Çünkü ikramı red, müslümanın hakkını gözetmeme ve onu aşağılamak olur. Hadîs-i şerîfte: “Üç şey red edilmez: Minder, güzel koku ve süt” buyuruldu. Ancak ziyâret eden kimse, Allah için alçak gönüllülük yapıp yerde oturursa, mahzuru yoktur.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
İyi bir müslüman, müslüman kardeşini gün aşırı ziyâret eder. Din kardeşini hergün ziyâret ettiğinde sıkılacağından korkarsa böyle yapar. Yoksa hergün ziyâret eder. Din kardeşini ziyâretinden dolayı Allahü teâlâdan sevâb umar. Müslüman kardeşinin kapısına varınca içeri girmek için izin ister, kapının karşısında durmaz. Kapının sağında veya solunda durur. Kapı aralığından içeri bakmaz. Kapıyı üç sefer çalar. Abdest alan kimsenin abdestini bitirinceye veya dört rek’atlık namaz kılacak kadar bekler. Kendisine izin verilirse girer, verilmezse, hiçbir kin, hased ve düşmanlık beslemeden geri döner.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
İyi bir müslüman kardeşine, onun kendisine verdiğinden daha çok değer verir, elden geldiği kadar, müslüman kardeşine gönül rahatlığı ile hediye verir.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Kardeşlik ettiği kimseye, güler yüzlü, tatlı sözlü, açık gönüllü, açık elli, sabırlı, kibirsiz muâmele eder. Saygıya devam edip, yalan veya doğru olsun özrünü kabûl eder. Onunla görüşmeden bir gün geçirmez. Karşılaşınca, sevgi ve saygı gösterip: “Benden sonra nasılsınız?” der. Resûlullahın Eshâbı, birbiri ile karşılaşınca, birbirlerini güler yüzle karşılar müsâfeha ederlerdi. Ayrıldıkları zaman da müsâfeha ederler, bu zamanda Allahü teâlâya hamd ve istiğfar ederlerdi. Birgünde birkaç defa karşılaşıp, ayrılsalar da böyle yaparlardı.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
İyi bir müslüman, din kardeşinin yüzüne sevgi ve muhabbet ile bakar. Bir hadîs-i şerîfte: “Mü’minin mü’mine sevgi ve muhabbet ile bakması ibadettir. Mü’min bir kimsenin, müslüman kardeşinin yüzüne gülmesi, ikisinin de hatâlarını döker” buyuruldu. Sevmede hâlis olmaya gayret etmelidir. Hadîs-i şerîfte: “Seni saf, temiz kılan üç haslet vardır. Din kardeşine rastlayınca sevginden ötürü hemen selâm vermen. Mecliste ona yer vermen. Onu en çok sevdiği isim ile çağırman” buyuruldu.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Allahın kullarından sevdiklerine, sevdiğini söylemelidir. Çünkü kalbler, birbirini tanır ve birbiri ile görüşürler. Sevdiği kimsenin ismini, babasının ismini, sülâlesini, köyünü ve memleketini sorar. Çünkü bu muhabbeti kuvvetlendirir. Sevgide ve buğzda aşırı olmamalıdır. Sevgi aşırı olursa, ülfet halini alıp, istese de ondan ayrılamaz. Buğzun ve nefretin de aşırı olmaması lâzımdır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Dînine, emânetine güvendiği, salah ve takvâsını bildiği kimseler hâriç, başkaları ile dostluk etmemesi sünnettir. Çünkü kişi, sevdiği kimse ile beraberdir. Ameli sevdiği kimse gibi olmasa da, herkes sevdiği ile olacaktır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Mü’minin en üstün hasleti, sevdiğini Allah için sevmesi, sevmediğini de Allah için sevmemesidir. İmânın kemâlini ve Allah sevgisini bu güzel haslet kazandırır. Mü’min bu haslet ile imânın zevkine erişir. Yine bu haslet, Allah için olan amelin en hâlisidir. Bir hadîs-i şerîfte: “Çok dostunuz olsun. Çünkü Rabbiniz haya sahibidir. Kerîmdir. Kıyâmette dostları arasında, din kardeşlerinin içinde bulunan kuluna azâb etmekten haya eder” buyuruldu. Bir hadîs-i şerîfte de: “Çok tanıdığınız olsun. Çünkü kıyâmette her biri için şefaat vardır” buyuruldu. Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ) yine bir hadîs-i şerîflerinde: “Allah yolunda bir din kardeşi edinene, Allahü teâlâ Cennette bir derece verir” buyurdu. Yine buyurdu ki: “Müminin mü’mine karşı ülfet ve muhabbeti, rûhun cesede olan bağlılığı, sevgisi gibidir” buyurdu.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Hastaları yoklar. Müslümanların cenâzesinde bulunur. Musibete uğrayan, yakını ölen mü’mine başsağlığı diler, ta’ziyede bulunur. Mü’mine kaybettiği şey için, kolaylık ve yol gösterir. Zenginlerle ve zâlim devlet adamları ile oturup kalkmaktan sakınır. Çünkü böyleleri ile görüşmek, meclislerinde bulunmak fitne ve belâdır. Hükümdârların, vâlilerin ve zenginlerin çocukları ile oturmaktan kaçınır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Hediye verenin hediyesini alır ve bulunduğu mecliste olanlara ondan ikram eder. Hediyeye daha fazlası ile mukâbele eder. Hediyede önce davranmağı, fazilet bilir. Hediye ni’metine karşı ona duâ ile teşekkür eder. Onu medh eder ve yaptıklarını anlatır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Hizmetçiye karşı rıfk ile, yumuşaklıkla muâmele eder. Zengine zenginliği için hürmet etmez ve tevâzu göstermez. Eder ve gösterirse, dîninin üçte ikisi gider. Elinde az şey olan mü’mini aşağı görmez. Âlimler buyurdular ki: “Zenginliğinden dolayı zengini yücelten ve fakirliğinden dolayı yoksulu aşağılayan mel’ûndur. Zâlime, zulm yapmaması için ve mazlûma, zulümden kurtarmak için yardım eder.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Mü’min, yaşlı müslümanlardan haya eder ve onlara, Resûlullahın asrına daha yakın olduğu için saygı gösterir. Allahü teâlâyı tanıtmakta önde olmaları ve tâatlerinin çokluğu sebebiyle hürmet eder. Hadîs-i şerîfte: “Güçsüzlere, hastalara, yaşlılara ve küçüklere merhamet edilir” buyuruldu. Yaşına hürmetten, ziyârete büyükten; ihsân, iyilik, birşey vermeğe ise küçükten başlanır. Çünkü küçük yaştakilerin sabrı az, feryâd ve sızlanması çok olur.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Mü’min kızgınlık ânında kendini tutar. Çünkü bu dinde kuvvetli olmanın alâmetidir. Kızınca hemen abdest almalıdır. Kızdığı zaman ayakta ise oturmalıdır. Oturmakla kızgınlığı geçer. Oturmakla geçmezse yatmalıdır. Müslüman, kardeşinin yaptığı kötülük ve kusurlarına katlanır eziyetlerine sabreder. Ayrılıp gitmesini, din kardeşinin mürüvvetsizliğine değil, kendi işlediği günahtan ve suçtan dolayı olduğuna hükmeder. Herkese hâline göre davranır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Kimsenin ayıp, kusur ve gizli şeylerini araştırmaz, aksine örter. Bir kimseyi, onda gördüğü ayıbından dolayı ayıplamaz ve ona sitem etmez. Çünkü çoğu zaman aynı kusuru kendisi işler. Din kardeşinin hatâsına mazeret olarak yetmiş özür arar. Hiçbir özür bulamazsa, ben iyi göremedim deyip, din kardeşinin yaptığını iyiye yormaya uğraşır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
İyi bir müslüman kendisine kötülük edene iyilik eder. Kendisini ziyâret etmeyen dostunu ziyâret eder, kendisine vermiyene verir ve insanlara iyi zanda bulunur. Çünkü kötü zan, düşüncenin en kötülerindendir. Allahü teâlânın verdiği ni’metten dolayı kimseye haset etmez, kimsenin malının, parasının elinden çıkmasını dilemez ve elinden çıkması için hileli yollara başvurmaz. Verdiği sözü yerine getirmelidir. Çünkü verilen söz bir bağış ve bir borçtur. Sözünden dönmek nifak alâmetidir.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Mü’min iki kişinin arasını bulur. Bir kelime ilâvesiyle de olsa bunu yapar. Çünkü bu sadakanın efdalindendir. Din kardeşinin ırzını korur. Ya’nî canını ve namusunu korur ve aşağılanmasına karşı onu himâye eder. Arkasında, bulunmadığı yerde ona yardım eder. Bir hadîs-i şerîfte: “İnsanların Allahü teâlâya en sevgilisi, insanlara fâideli olan ve kendine zulm edeni affedendir” buyuruldu.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Mü’min, daralmış, zor ve güç hâlde olana kolaylık gösterir. Sıkıntıda olanın sıkıntısını giderir. Gamlının, kederlinin, gamını kederini almaya uğraşır. Çünkü kul, müslüman kardeşine yardımda olduğu müddetçe, Allahü teâlânın yardımındadır. Bir hadîs-i şerîfte: “Mağfiret sebeplerinden biri, müslüman kardeşinin kalbini sevindirmendir” buyuruldu.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Görünüşlerinde ve amellerinde bulunan eziyet verici şeyleri onlardan gidermeğe uğraşır. Uygunsuz işlerden onları men eder. İnsanlara merhamet ve şefkatle muâmele eder. Hiç kimseyi, beğenmediği şeyle anmaz. Çünkü kula müvekkel bir melek vardır. Arkadaşı için söylediğini, ona iade eder. Kim olursa olsun, bir kimsenin kötülüğünü istememelidir. Mü’min; iyi kötü, ehil, nâ ehil herkese iyilikte, ihsânda bulunur.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
insanlara nasihat etmek ve şefkat ile davranmak sünnettir. Bu şekilde insanlar arasında bulunmak insanlardan ayrılıp nafile ibâdetle meşgûl olmaktan daha iyidir. Sohbete katılmak, hakkını vermek büyük iş olup, sevâbı da çoktur, insanlarla birlikte bulunmanın hakları çoktur. Biri, bedeni ve ameli ile insanlarla olmak, kalbi ve dini bakımdan ise onlardan ayrı bulunmaktır. Biri de, kendisi için sevdiğini insanlar için de sevmek, dinin zâhir ve kalbe âit işlerinde, onlara nasihat etmektir.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Rü’yâsında Peygamber efendimizi ( aleyhisselâm ) görmek isteyen, O’na çok salevât getirsin ve şu duâyı okumaya devam etsin: “Allahümme rabbel beledil-harâmi veş-şehril harami vel-hılli vel-harâmi ver-rükni vel-makâm ikra’ âlâ rûhı Muhammedin minesselâm.”
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Çok gülmemelidir. Çünkü çok gülmek kalbi öldürür. Çok gülmek yüzdeki nûru giderir. Hayret, şaşkınlık verecek birşey olmadan gülmek akılsızlıktır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Konuşan sözünü bitirmeden, dinleyenin konuşmaması ve soru sormaması sünnettir. Bitirdiği zaman, anlamadığı bir yer veya şüpheli bir durum varsa, onu incelemek ve araştırmakta bir mahzur yoktur. Konuşurken söze karışmamak ve suâl sormamak, vekar ve hürmete daha yakındır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Kur’ân-ı kerîm, hadîs-i şerîf ve mübah olan diğer şeyleri dinlemede sünnet olan; anlayışını, aklını, zihnini toplayıp, konuşanı, okuyanı ve hadîs bildireni dikkatle dinlemek ve susmaktır. Zîrâ Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîm okunurken susanlara rahmet edeceğini va’detmiştir. Allahü teâlâ A’râf sûresi ikiyüzdördüncü âyet-i kerîmesinde meâlen: “Kur’ân-ı kerîm okunduğu zaman hemen onu dinleyin ve susun. Tâ ki merhamet olunasınız.” buyurdu. Kur’ân-ı kerîm dinlemenin sünnetlerinden biri de, a’zâların sükûnu ve Kur’ân-ı kerîmden dinlediğini yapmaya azm etmek ve yerine getirmektir.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Bir kimseye, Allahü teâlâya ve sana sığınırım dememelidir. Bir belâ voya istenmiyen birşey meydana geldiğinde, zamana sövmemelidir. Çünkü belâları gönderen ve hâlleri değiştiren Allahü teâlâdır, başkası değildir.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Bir kimseye, senden sonra ehline bakacak bir halefin yoktur dememelidir. Çünkü Allahü teâlâ herkes için en hayırlı haleftir. Sen aralarında bulundukça, onlar hep iyi olurlardı dememelidir. Bunların hepsinin söylenmemesi hakkında haber vardır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Bir kimse için, o tamamen hayır idi, dememelidir. Çünkü tepeden tırnağa kadar hep hayır olan, sâdece Resûlullah ( aleyhisselâm ) idi. Başkası için böyle denmez.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Filân kimse aralarında bulundukça onlara bir zarar gelmez dememelidir, ölen bir kimse için de, yok oldu gitti, yıkıldı gitti, geberdi dememelidir. Ancak müşrik, kâfir, haksız yere adam öldüren ve anasına babasına eziyet eden ölürse, bunlar için söylenebilir.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Konuşurken, konuşmanın edeblerini, inceliklerini gözetmelidir. Nitekim Peygamberimizin ( aleyhisselâm ) huzûrunda bir kimse, “Allahü teâlâya ve Resûlüne itaat eden doğru yoldadır. Onlara isyan eden hatâ eder, ya’nî fâsıktır” dedi. Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ) böyle diyene, “Allahü teâlâya ve Resûlüne isyan edene söyle buyurdu.
İbn-i Uyeyne (Rahmetullahi aleyh)
Şakalaşmak sünnettir. Lâkin şaka yapmasını bilen ve yerinde yapan içindir.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Çok şaka yapmaktan sakınmalıdır. Çünkü kişinin heybet ve vekarını kırar. Çok şakanın sonu pişmanlıktır. Yalan ve boş sözlerden uzak ve az yapılan şakada bir mahzur yoktur.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Kalbinde iyice yoğurmadan söz söylememelidir. Eğrisini doğrultmadan, iyisini temizini alıp, yaramazını atmadan konuşmamalıdır. Boş söz söylememelidir. Zira boş ve lüzumsuz konuşmalar, kişinin aklını azaltır. Ve çoğu zaman, bu sözler ona vebal ve dert olur.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Doğru olarak yemîn etmek isteyen, ya Allahü teâlâya yemîn etsin yahut sussun. Çünkü Allahü teâlâdan başkasına yemîn gizli şirktendir. Babasının ismine, bir kimsenin hayâtına veya Kâ’be’ye yemîn etmemelidir.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Allahü teâlâya, çok yemîn etmemelidir. Zîrâ çok yemîn eden, Allahü teâlânın ismini küçümsemiş, O’na ta’zimde gevşeklik göstermiş olur. Yalan yere yemîne gelince: Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ) yalan yere yemîni, keffâreti olmıyan büyük günahlardan saymıştır. Bir hadîs-i şerîfte: “İçinde, sivrisineğin kanadı kadar yalan ihtimâli bulunan bir yemîn edenin kalbinde, kıyâmete kadar bir nokta hâsıl olur” buyuruldu.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Allahü teâlânın mahlûklarından hiçbirine la’net etmemelidir. La’neti âdet hâline getirmemelidir. Mü’mine la’net etmek, onu öldürmek gibi günahtır. Çok la’net eden, kalbinde merhamet olmadığı için, din kardeşlerine şefaatçi olamaz. Çok kere la’net döner ve la’net edene gelir.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Fuhuş söz söylemek ve sövmek dinimizde yasaktır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Dinde sahih olan bir maksadla, niyetle, başkalarının beğenilmeyen iş ve sözlerini anlatmak ve onu bildirmek gerekiyorsa, bu durumda gıybet günâhı kalkmış olur. Bunu İmâm-ı Gazâlî beş kısma ayırmıştır. Birincisi; müslümanı, kötülükten, günahtan men etmektir, ikincisi; zulme uğramaktır. Üçüncüsü; günâha mâni olmak ve isyan edeni doğru yola çevirmek için, yaptıklarını söylemede fayda düşünmektir. Dördüncüsü; aşikâre günah işleyen, fısk meclisi kuran, yaptığı kötülük ve çirkin işleri dile getirmekten kaçınmıyan kimsenin yaptıklarını söylemek gıybet olmaz. Beşincisi; a’meş (gözü akan) yahut a’rac (topal) gibi kusurunun bilindiği bir lakabla tanınan kimse için, bu isimleri kullanmak günah olmaz. Gıybet etmenin keffâreti, gıybet ettiği kimse için istiğfar etmektir.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Gıybet; Müslüman kardeşini, beğenmediği bir şeyle anmaktır. Bir kimse, bir din kardeşinin arkasından açık, kapalı ve işâretle, yahut bir başkasını onun ayıplarını anlatmağa teşvikle, yahut gıybet eden kimseye hayranlık duymakla gıybet etmiş olur. Gıybet, zinâdan daha şiddetlidir ve sevâbları ateşin odunu yediği gibi yer. Gıybet edeni de dinlememelidir. Çünkü gıybeti dinleyen de, gıybet günâhında gıybet edene ortaktır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Kişinin üç yerde yalan söylemesine izin verilmiştir. Birincisi, harbde yalan söylemektir. Zira harb bir hiledir, ikincisi, iki kişinin arasını bulmak, iki mü’mini barıştırmak için yalan söylemektir. Üçüncüsü, erkeğin hanımını memnun etmek için gerektiği yerde yalan söylemesidir.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Çocuğa: “Sus, sana şunu alacağım” dememelidir. Almazsan, bu sözün aleyhine yalan diye yazılır. Birşey anlatır, haber verirken, aksırmayı fırsat ve ni’met bilmelidir. Peygamber efendimiz ( aleyhisselâm ) bir hadîs-i şerîfte: “Konuşurken aksırmak, konuştuğunun doğru olduğunu gösteren en âdil şâhiddir” buyurdu.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Günahların en çirkini, ayıpların en fenâsı, kalbleri karartan bütün kötülüklerin başıdır. Yalan, Peygamber efendimizin ( aleyhisselâm ) en sevmediği huydur. Neden böyle olmasın ki, yalan, imânın karşısında durmaktadır. Ya’nî imân bir yanda ise, yalan diğer yandadır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
İnsanların ihtiyâcı olan şeyleri alıp, bekletip, pahalandığı zaman satmamalıdır. İnsan ve hayvan gıda maddelerini biriktirip, fîatların artmasını beklemeye ihtikâr (karaborsacılık) denir. Böyle yapan kişiye muhtekir denir. Muhtekir mel’ûndur.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Kimse kimseye bir menfaat şart koşarak ödünç vermemelidir, ödünç verdiği kimseden, az da olsa hiçbir şey kabûl etmemelidir. Borcu olduğu için değil de, yakınlığı, dostluğu veya cömertliği sebebiyle verirse, alınabilir. Zâlim, hırsız ve hâinden birşey satın almamalıdır. Habis kazançlardan sakınmalıdır. Hiç kimsenin malını, rızâsı olmadıkça ve fiatında uyuşmadıkça almamalıdır. İnsanlara merhamet ve nasihat ile muâmelede bulunmak da sünnettir.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Ticârette faizden çok sakınmalı, ödünç verirken de menfaat getirecek, faize düşecek şekilde vermemelidir. Çünkü faizin en aşağı derecesi, annesi ile zinâ yapmak gibidir. Rehin bırakılan şeyi kullanmaktan da kaçınmalıdır. Faiz yememeli, faize şâhid olmamalıdır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Müslüman ihtiyâcı olduğu zaman, borç istediğinde ödeme niyeti ile ister. Muhtaç olanlara borç vermelidir. Çünkü dinimizin hukûkundandır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Alış-verişte fiat husûsunda münâkaşa edip ileri geri konuşmamalıdır. Bu hâl, iki taraftan birinin hatâya düşmesine sebep olur. Alış-verişte aldanmamalı, kimseyi de aldatmamalıdır. Çünkü devamlı aldanan kimse ahmak olduğundan, dünyâda insanlar arasında beğenilmez, âhırette de sevâba kavuşamaz.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
İsçinin ücretini teri kurumadan ödemelidir. Borcunu, alacaklının istediğinden daha iyi bir şekilde ödemelidir. Zor durumda olan borçlunun borcunu bağışlamalı veya az bir kısmını almalıdır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Müslüman satın aldığını aşağılamaz, satacağını da medhetmez. İlmi çok olanlar dışında hiç kimse, çarşıda dîne uygun alışveriş yapamaz. Doğru olsun, yalan olsun, malını satarken yemînle övmemelidir. Mü’min; arkadaşına mal satarken kârı düşünmez, alış-verişte hıyânet etmez. Malının ayıbını müşteriden gizlemez. Gaben-i fahiş ile mal satmaz, ya’nî piyasa fiatından fazlasına satmaz. Normal kâr ile satar. Bir alış-veriş yapılırken, almaya niyeti olmayan bir başkasının, araya girip fiatı artırması caiz değildir. Böyle yapanın rızkının bereketini Allahü teâlâ kaldırır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Tacirin ticârette cesur olması da sünnettir. Bir işte kazanç sağladığı zaman, o işe devam etmelidir. Ticâret maksadı ile bir işe üç kere başlayıp kazanç elde edemezse, o işi bırakmalıdır. Ticârette Allahü teâlâya güvenmelidir. Rızkı ve kârı ancak Allahü teâlâdan beklemelidir. Takvâ nûrunu söndürecek kadar hırslı olmamalıdır. Çünkü Allahü teâlânın ezelde takdîr ettiği rızık hırs ile artmaz. Üstüne aşırı düşmemekle de azalmaz.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Cihâddan sonra en faziletli kazanç yolu ticârettir. Ancak ticâret yapan kimsede; emânet, nasihat ve sıdk bulunmalıdır. Bir buğday tâneside olsa emânete hıyânet etmemelidir.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Rızık talebinde bulunmak üzere, sabahleyin erkenden işe başlamalıdır. Resûl-i ekrem ( aleyhisselâm ): “Rızık talebinde erken davranın. Çünkü sabahda bereket ve muvaffakiyet vardır” buyurmuştur.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Helâl kazanırken de, dîne hizmet etmeğe ve kimseye muhtaç olmamağa niyet etmelidir. Allahü teâlâyı zikr etmekten alıkoyan, âhıret işlerini yapmayı engelleyen kazanç yollarına girmemelidir. En iyi kazanç yolu cihâddır. Bu cihâd, Allah yolunda yapılan harbdir.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
insanlara muhtaç olmayacak kadar helâl ve tayyib rızık talebinde olmak, dilenmek zilletine düşmeden iffet içinde yaşamak farzdır.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
Devam üzere istiğfarda bulunmak İslâmın sünnetlerindendir. Devamlı istiğfar etmek insanın üzüntüsünü alır. Resûl-i ekrem ( aleyhisselâm ) gece ve gündüz yüz kere istiğfar ederdi. İstiğfardan önce günahtan el çekilmelidir. Bütün işlerde ve hâllerde istiğfârı elde tutmalıdır. İstiğfar ederken de “Estağfirullahel’azîm ellezî lâ ilahe illâ hüvel hayyelkayyûme ve etûbü ileyh” demelidir.
İmâmzâde (Muhammed bin Ebî Bekr) (Rahmetullahi aleyh)
[Namazda] İki rek’attan sonra sol ayak üzerine oturulur. Sağ ayak parmakları kıbleye karşı olmak üzere dikilir. Eller dizler üzerine, kıbleye karşı olmak üzere konur. Üçüncü rek’ ate kalkarken ayakların uçları üzerinde kalkılır. Elleri yere koyup dayanarak kalkılmaz. Ancak yaşlı ve zaîf olanlar ellerine dayanarak kalkabilirler. Son teşehhüdden sonra iki tarafa selâm verirken yanakların beyazı görülecek kadar yüzünü çevirmelidir.