AnaSayfa
  • Kuran-ı Kerim
    Kuran-ı Kerim Oku
  • Sevgili Peygamberim
    Sevgili Peygamberim Oku
    Sevgili Peygamberim Dinle
  • Ehl-i Sünnet Kitapları
  • İletişim
  1. Anasayfa
  2. Altın Nasihatler
  • İbn-i Hafîf (Rahmetullahi aleyh)

    "Allahü teâlâ, ilim sıfatı ile âlimdir. Kudret sıfatı ile kâdirdir. O’nun isim ve sıfatları mahlûk değildir. Kıyâmet gününde mü’minler Allahı göreceklerdir, insan, amelleri sayesinde değil, yalnız Allah’ın kaderi sayesinde Cennete girecektir.”


  • İbn-i Hafîf (Rahmetullahi aleyh)

    "Allahü teâlâ vardır. O, Âlimdir (bilici), ma’lûm (bilinmiş) değildir. O, kadirdir (gücü yeten), makdûr (güç yetirilen) değildir. O herşeyi görür, kendisi görülmez. Rızıkları O verir. Yaratandır, yaratılmış değildir."


  • İbn-i Hafîf (Rahmetullahi aleyh)

    "İlkönce tevhîde, ya’nî Allahü teâlânın birliğine ve şeriki (ortağı) olmadığına inanmaktır.
    İnanır ki: Allahü teâlâ birdir. Fakat bu birlik rakam cinsinden değildir. O birdir, fakat diğer şeyler (mahlûk olan varlıklar) gibi değildir. Yarattıklarından hiçbirine benzemez.
    Mülkünde hiçbir şey O’nun zıddı değildir. Yarattıklarının hiçbiri O’nun aynı değildir. Cisim ve cismânî değildir.
    Hiçbir hadîs (sonradan, yoktan var olanlar) veya hâdise O’nu kaplıyamaz ve kaplıyamıyacaktır.
    Eşyaya hulul etmez. Eşya da O’na hulul edemez.
    Olmuş, olan ve olacak olan herşeyi bilir.
    Henüz olmamış bir şeyin, nasıl olacağını bilir. Öncelik, sonralık ve zaman, mekân mahlûklar içindir. O, zamansız ve mekansızdır."


  • İbn-i Hafîf (Rahmetullahi aleyh)

    “Akıllı olan insan, önce i’tikâdını düzeltir ve Rabbine ulaşmaya hazırlanır. Niyetini hâlis yapar, işlerini temiz kılar. İbâdetini güzel yapar ve âhıret azığı toplar. Kendisinin başıboş yaratılmadığını bilir."


  • İbn-i Hafîf (Rahmetullahi aleyh)

    “Bir hocaya talebe olmaya karar vermiş bir kimse, bildireceğimiz hasletlere riâyet ederse (uyarsa) ve onları muhafaza ederse,
    nefsin isteklerinden kurtularak ve kulluk vazîfesini yaparak Allahü teâlâya kavuşur.
    Bu da Allahü teâlânın ihsânı ve muvaffak kılması ile mümkün olur.
    Bu hasletler yirmibeş tane olup şunlardır:
    İlk haslet nedâmet’tir. Gaflet ve günahlarla geçen vakitlerine pişman olup, Allah ve kul haklarından borcu olanlara ödeyip tövbe etmek.
    İkincisi; kullanacağı faydalı ilimleri öğrenmek.
    Üçüncüsü; sükût, halvet ve zikre devamdır. Sükût (susmak) nefsin konuşmasını (vesveseyi) önler. Halvet (yalnızlık) hislerin dağılmamasını sağlar. Zikir, kalbin tasfiyesini (saflaşmasını, temizliğini) temin eder.”
    Dördüncüsü; ayakta durma, oturma ve bütün hâllerinde Allahü teâlânın emir ve yasaklarını düşünüp, hareketlerini ona göre düzeltmek.
    Beşincisi; her işine, meşveret etmeden (danışmadan) başlamamaktır. Böylece, işin bozuk ve kötü olmasından korunur.
    Altıncısı; bir din kardeşi ile birlikte bulunup, vesveselerden kurtulmak gerekir.
    Yedincisi; her işinde ve sözünde sâdık (doğru) olmaktır.
    Sekizincisi; mi’de ve dili korumaktır. Çünkü, talebe şehvet sevgisine mübtelâ olursa, günleri gaflet ve tenbellik ile geçer ve Allahü teâlâya ulaşmaktan mahrûm kalır. Dil konuşmaya meylederse, gönlü zikre alışmaz. Zîrâ dilin günahı (isyanı) diğer bütün günahlardan daha çoktur.
    Dokuzuncusu; bütün a’zâlar ile, içten ve dıştan edebli olmaktır. Susmalı ve ancak lüzum olunca konuşmalıdır.
    Onuncusu; üç şeye riâyet etmelidir: İlki, çok acıkmayınca yememelidir. İkincisi, çok susamadıkça su içmemektir. Böylece uyku basmasından korunulmuş olur. Üçüncüsü, çok uyku bastırmadıkça uyumamalıdır.
    Onbirincisi; kadınlarla sohbet etmekten ve bilhassa şehvet uyanmasına sebeb olacak yerlerde onlarla beraber bulunmaktan sakınmalıdır. Ancak böyle yapmakla nefsin ve şeytanın şerrinden korunabilirsin.
    Onikincisi; lüzumsuz veya zararlı yerlere bakmaktan gözü korumaktır. Hadîs-i şerîfte “Müslümanların odalarına, gizlice ve kötü gözle bakanlar münâfıktır” buyurulmuştur.
    Onüçüncüsü, yemek ve uyku öncesi dâhil olmak üzere, devamlı abdestli bulunmaktır. Bunun fâideleri çok olup, bundan gâfil olmamak lâzımdır.
    Ondördüncüsü; zarûret hâli hariç, gaflet ehli, ya’nî Allahü teâlâyı hatırlamıyanlar ile beraber bulunmamalıdır ki, onların gafletleri sirayet etmesin (bulaşmasın).
    Onbeşincisi; sâliha bir hâtun bulup, bir an önce onunla evlenmektir. Evlenmekte acele edin ki, akıllarınız bununla meşgûl olup Allahü teâlâdan uzaklaşmıyasınız.
    Onaltıncısı; boş sözleri dinlemekten sakınmalıdır. Kalbin fesat ve dağınıklığı, çoğu zaman bundan doğar. Boş sözleri çok dinliyen, dünyâ sevgisine mübtelâ olup, helak olmasından korkulur.
    Onyedincisi; “Şöyle yapsaydım, böyle olurdu. Şöyle yapmasaydım. Böyle olmazdı...” gibi sözlerden sakınmalıdır. Bunlar münâfıkların sözlerindendir. “Hakkın dilediği oldu, dilemediği olmadı. Takdîr ettiği olacak. Sâdece Allah bize kâfidir. O ne iyi vekîldir” diye söylemelidir. Onsekizincisi; kaçınılmaz durumlar hariç, bozuk fırkalar ve bid’at ehli ile münâzara etmemelidir. Bunların i’tikâdlarını değiştirmeleri, normal olarak mümkün değildir. İlmi ve aklı az olan biri, bu münâzara yüzünden sapıtabilir.

    Ondokuzuncusu; kimseyi azarlamamalıdır. Çünkü, Hak yolun taliplerine bu iş yakışmaz, insanlara Allah için iyi davranılırsa, insanın tabiatı iyi ahlâklara alışır ve gadablardan, olur olmaz şeylere kızmaktan kurtulur.
    v Yirmincisi; nefsin vesveseye kapılıp, kendisini başkalarından hayırlı (daha iyi) veya başkalarının bilmediğini biliyor olarak görmesini önlemelidir. Böylece nefsin, işlerin en hayırlı olanları ile meşgûl olması sağlanır.
    Yirmibirincisi; kibirden sakınmalıdır. Kibrin alâmeti; kendini yüksek veya başkalarını aşağı görmektir. Çok büyük bir kusurdur.
    Yirmiikincisi; ucubtan (kendini beğenmekten) sakınmalıdır. Ucbun alâmeti; kendini, kendi aklını ve fikrini beğenip, kimseden nasîhat kabûl etmemektir. Ucub sahibi, çok bildiğini sandığından çok yanılır.
    Yirmiüçüncüsü; hasetten sakınmalıdır. Hasedin alâmeti; Allahü teâlânın bir kuluna verdiği ni’metlerin, o kuldan gitmesini istemektir.
    Yirmidördüncüsü; kalbini, Allahü teâlâyı unutturacak hiçbir şeyle meşgûl etmemelidir.
    Yirmibeşincisi; kalbini, diline uygun hâle getirmek ve dünyâ sevgisini kalbinden uzaklaştırmaktır.”


  • İbn-i Hafîf (Rahmetullahi aleyh)

    “Riyâzet, nefsi hizmetle kırıp, Allahü teâlâya ibâdette gevşeklik göstermesine mâni olmaktır.”


  • İbn-i Hafîf (Rahmetullahi aleyh)

    “Tasavvuf, Allahü teâlâya giden yolu bulmaktır.”


  • İbn-i Hafîf (Rahmetullahi aleyh)

    “Îmân, Allahü teâlânın gayba âit bildirdiği bütün şeyleri, kalbin tasdîk etmesidir.”


  • İbn-i Hafîf (Rahmetullahi aleyh)

    “Kalbin olgunlaşması, Allahü teâlânın zikri ile olur.”


  • İbn-i Hafîf (Rahmetullahi aleyh)

    “Tevekkül; olan şey ile yetinmek ve olmayan şeye râzı olmaktır.”


  • İbn-i Hafîf (Rahmetullahi aleyh)

    “Takvâ, seni Allahü teâlâdan uzaklaştıran herşeyden uzaklaşmandır.”


  • İbn-i Hafîf (Rahmetullahi aleyh)

    Dört şey talebeye zarurî olarak lâzımdır
    Birincisi; bir binek hayvanıdır ki, bu sabırdır. İbâdetlere yönelmede, günahlardan sakınmakta ve musîbetlere tahammülde ona binilir.
    İkincisi; oturup rahat edebileceği ve korunup barınacağı geniş bir evdir ki, bu akıldır. Onunla şeytanın vesvesesinden ve nefsin helak edici muhalefetinden korunmak mümkün olur.
    Üçüncüsü; görenin beğeneceği güzel bir elbisedir ki, bu hayadır. Bununla kötü iş ve sözlerden korunulmuş olur ve nefsi terbiye etmek mümkün olur.
    Dördüncüsü; aydınlatıcı bir kandildir ki, bu da faydalı ilimdir. Bu, talebeyi doğru yolda hidâyet nûruna ulaştırır.


  • İbn-i Hafîf (Rahmetullahi aleyh)

    “Nefsin kırılması Allahü teâlânın dinine hizmet etmek ile olur.”


  • İBN-İ BETTA (Ubeydullah bin Muhammed) (Rahmetullahi aleyh)

    “Âlim, ilmiyle amel eden, kendi yapmış olduğu amelleri az gören, başkalarının ilmini öğrenmek isteyen, ilmi nerede bulursa orada alandır”


  • İBN-İ ATÂ (Rahmetullahi aleyh)

    “Her velînin üç alâmeti vardır. Bunlar Allahü teâlâ ile arasındaki sırrı saklamak, halkla arasında geçen muâmelelerde, duygularını hatâdan korumak, herkese aklı ve anlayışı ölçüsünde söylemektir.”


  • İBN-İ ATÂ (Rahmetullahi aleyh)

    “Kim nefsine sünnetleri uygularsa, Allahü teâlâ onun kalbini ma’rifetle nurlandırır.”


  • İBN-İ ATÂ (Rahmetullahi aleyh)

    “Kullara ve yaratılmış olan şeylere bakıldığında, Allahü teâlânın varlığı bilinir.”


  • İBN-İ ATÂ (Rahmetullahi aleyh)

    “Tövbe, ilmin kötülediği herşeyden, ilmin methettiğine dönmektir.”


  • İBN-İ ABD-İ RABBİH (Ahmed bin Muhammed) (Rahmetullahi aleyh)

    “İyiliği yayan kimse, o iyilik için teşekkür vazîfesini eda etmiş olur. İyiliği gizliyen kimse de, o ni’mete nankörlük etmiş olur.”


  • İBN-İ ABD-İ RABBİH (Ahmed bin Muhammed) (Rahmetullahi aleyh)

    “İyilik sahibini iyiliğinden dolayı övmek, ona teşekkür etmek mesabesindedir.”


  • İBN-İ ABD-İ RABBİH (Ahmed bin Muhammed) (Rahmetullahi aleyh)

    “Ni’mete nankörlük, ni’metin yok olmasına sebeb olur. Ni’mete şükür ise, o ni’meti arttırır.”


  • HÜSEYN BİN AHMED (İbn-i Hâleveyh) (Rahmetullahi aleyh)

    Cömertlik huyumdur, ancak malım yok! Başkasının malı ile nasıl cömertlik yapılır ?


  • HÜSEYN BİN AHMED (İbn-i Hâleveyh) (Rahmetullahi aleyh)

    “Bir mecliste, meclisin efendisi yoksa, Bu meclisi kuran kimsede hayır yoktur. "


  • HAYR-ÜN-NESSÂC (Rahmetullahi aleyh)

    “İhlâs, amelin kabûlüne vesîle olan güzel düşünce (niyet)’dir.”


  • HAYR-ÜN-NESSÂC (Rahmetullahi aleyh)

    “Dünyânın ne değerde olduğunu idrâk eden, âhıretten nasîbini alır. Dünyâya düşkün olmak, âhıreti tanımıyanın kalbini öldürür.”


  • HAYR-ÜN-NESSÂC (Rahmetullahi aleyh)

    “Yapılan amelin maksada ulaştığının alâmeti, o amelde acz ve kusurdan başka birşey görmemektir.”


  • HAYR-ÜN-NESSÂC (Rahmetullahi aleyh)

    “Allahü teâlânın azâbından korkmak, kamçı gibidir. Edebsizliği ahlâk edinenleri bu kamçı ile terbiye ederler. A’zâların kötü bir şey işlemeleri, kalbin gafletindendir.”


  • HAYR-ÜN-NESSÂC (Rahmetullahi aleyh)

    “Belâlara sabır yiğit kişilerin, Allahtan gelen her şeye rızâ göstermek ise, kerem sahiplerinin (evliyânın) ahlâkıdır.”


  • HASEN BİN ALİ BERBEHÂRÎ (Rahmetullahi aleyh)

    “Bid’at ehli ile oturana, hikmet verilmez. Bid’at ehli ile oturanın üzerine la’net inmesinden korkarım. Kim bid’at ehlini severse, Allahü teâlâ onun amelini boşa çıkarır ve kalbinden İslâm nûrunu çıkarır.”


  • HASEN BİN ALİ BERBEHÂRÎ (Rahmetullahi aleyh)

    “Münâkaşaya oturmak, fâide kapılarını kapatır.”


  • HASEN BİN ALİ BERBEHÂRÎ (Rahmetullahi aleyh)

    Müslümanın din husûsunda nasîhati gizlemesi, yapmaması helâl olmaz. Kim nasîhati yapmazsa, müslümanlara hîle yapmış olur. Müslümanlara hîle yapan, dîne hîle yapmış olur. Dîne hîle yapan da Allahü teâlâya, Resûlullaha ( aleyhisselâm ) ve mü’minlere ihânet etmiş olur.


  • HASEN BİN ALİ BERBEHÂRÎ (Rahmetullahi aleyh)

    Ölüm ânında üç çeşit söz söylenir: Ba’zılarına ey Allah’ın kulu, sana Allah’ın rızâsını ve Cennetini müjdelerim, denir. Ba’zılarına ey Allahın kulu, sana cezanı çektikten sonra Cennete gideceğini müjdelerim denir. Ba’zılarına da, ey Allahın düşmanı sana Allahü teâlânın gazâbını ve Cehennemi bildiririm, denilir.


  • HASEN BİN ALİ BERBEHÂRÎ (Rahmetullahi aleyh)

    Doğru yoldan ayrılmak iki türlüdür. Birincisi; iyi niyetli olduğu hâlde yanlış iş yapan ve haktan ayrılan, ayağı kayan kimseye uymak. Bu insanı helak eder. İkincisi; hakka karşı inadcı olmak ve kendinden önce geçen sâlih, müttekî kimselere muhalefet etmek. Böyle yapan kimse sapık ve saptırıcıdır. Böyle kimse, ümmet arasında şeytan gibidir. Kimsenin ona aldanmaması için, onun hâlini insanlara bildirmek lâzımdır.


  • HASEN BİN ALİ BERBEHÂRÎ (Rahmetullahi aleyh)

    “Ortaya çıkarılan her bid’at, önce az bir şeyle başlatılır. Sanki hakka, doğruya benzer, buna dalan aldanır. Sonra ondan kurtulamaz iş büyür. Böylece bozuk bir yola girmiş olur. Bu iş dinden çıkmasına kadar uzanabilir. Zamanın insanlarının söylediklerine iyi bak. Acele etme. Âlimlerden işitmediğin ve onların nakletmediği bir işe dalma.”


  • HASEN BİN ABDULLAH ASKERÎ (Rahmetullahi aleyh)

    “Halife takvâ ile ıslah olur. Sultân tâat ile doğru olur. Vatandaş adâlet ile iyi olur. İnsanlar ise, ceza vermeye muktedir iken affedilmekle doğru olur. İnsanların aklı en az olanı, kendisinden aşağı ve zayıf olanlara zulüm edendir.”


  • HASEN BİN ABDULLAH ASKERÎ (Rahmetullahi aleyh)

    İlim, kalbe doğan bir nûrdur. İlmin tadını alan bir daha ilmi bırakmaz ve ölene kadar ilme doymaz.


  • HALLÂC-I MENSÛR (Hüseyn bin Mensûr) (Rahmetullahi aleyh)

    İdâm edilmeden önce halk taş atmağa başladı. Atılan taşlara hiç ses çıkarmıyor, hattâ tebessüm ediyordu. Bir dostu, taş yerine gül attı. O zaman Mensûr hazretleri inledi. Sebebi sorulduğunda şöyle cevap verdi: “Taş atanlar beni yakînen tanımıyanlardır. Tabiidir ki hâlden anlamazlar. Hâlden anlıyanların bir gülü bile beni incitti.”


  • HALLÂC-I MENSÛR (Hüseyn bin Mensûr) (Rahmetullahi aleyh)

    “Azîz ve celîl olan Allahtan başka bir şeyden korkan veya bir şeyi ümit eden kimsenin yüzüne, Allahü teâlâ bütün kapıları kapatır, ona âdi bir korkuyu (Allah korkusunun dışında kalan korkuları) musallat eder. Kendisi ile onun arasına yetmiş perde çeker, bu perdelerin en incesi şüphe (vesvese) olur.”


  • HALLÂC-I MENSÛR (Hüseyn bin Mensûr) (Rahmetullahi aleyh)

    “Mürid, tövbesinin, murâd (Allahü teâlânın kendisine çektiği kimseler) ise günah işlememenin gölgesindedir.”


  • HALLÂC-I MENSÛR (Hüseyn bin Mensûr) (Rahmetullahi aleyh)

    “Huluk-i azîm, engüzel ahlâk, Allahü teâlâyı tanıdıktan sonra, halktan gelen eza ve cefânın insana te’sîr etmemesidir.”


  • HALLÂC-I MENSÛR (Hüseyn bin Mensûr) (Rahmetullahi aleyh)

    “Hakiki muhabbet, insanın kendi vasıflarının, sıfatlarının, hepsini unutarak, sevgiliyle beraber bulunmaktır.”


  • HALLÂC-I MENSÛR (Hüseyn bin Mensûr) (Rahmetullahi aleyh)

    “Kul; ma’rifet-i ilâhiyeye ulaştığı zaman, Allahü teâlâ onun kalbine ve zihnine (bir çok gizli sırlar) ilham eder.”


  • HALLÂC-I MENSÛR (Hüseyn bin Mensûr) (Rahmetullahi aleyh)

    “Yüksek ahlâk, bir kere Hakkı mütâlâa ve müşâhede ettikten sonra, artık halkın eza ve cefâsının sana te’sîr etmemesidir.”


  • HALLÂC-I MENSÛR (Hüseyn bin Mensûr) (Rahmetullahi aleyh)

    “Firâset sahibi ilk bakışta doğruyu bulur. Te’vîle, zanna ve şüpheye saplanmaz.”


  • HALLÂC-I MENSÛR (Hüseyn bin Mensûr) (Rahmetullahi aleyh)

    “Allahü teâlâ bir kulunu kendisine çekti mi, bütün sırlar onun mülkü hâline gelir. Bunların hepsini görür ve ne olduklarını haber verir.”


  • HALLÂC-I MENSÛR (Hüseyn bin Mensûr) (Rahmetullahi aleyh)

    “Kim hürriyeti murâd edinirse ubûdiyyete (kulluğa) sıkı bir şekilde devam etsin. Hakiki hürriyet Allahtan başkasına kulluk yapmamaktır.”


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    Kişi, mü’minlerin Allahü teâlâ katındaki derece ve kıymetlerini düşünmedikçe, gerçek şefkati yapamaz. Allahü teâlânın mü’minlere şefkat etmeye muvaffak kıldığı kimseye ne mutlu.


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    Müslümanlara nasîhat ederek onlara faydalı olan kimse, kıymetlidir. Dünyâ ve âhırette emîndir. Hased eden kimse ise, dünyâ ve âhırette hor ve hakîr olup, korku içerisindedir.


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    Verâ’: Beş şeyle olur.
    Birincisi, ilim.
    İkincisi edindiği bilgileri hatırlamak.
    Üçüncüsü, Allahü teâlânın azamet ve kibriyâsını, yüceliğini ve kudretini hatırlamak.
    Dördüncüsü, Allahü teâlâdan haya etmeyi hatırlamak.
    Beşincisi, Allahü teâlânın kendisine gazâb etmesinden korkmayı hatırlamak.


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    Vera’ sahibinin üç alâmeti vardır.
    Birincisi, az şeyi sever. Çünkü az şeyin hesabı da az olur.
    İkincisi, az konuşmak.
    Üçüncüsü, az yemek.


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    Üç şey de vera’ sahiblerinin yaptığı şeylerdendir:
    Birincisi, ölçülü ve delîlli konuşmak.
    İkincisi, gecesinde ve gündüzünde Allahü teâlânın yasak ettiği şeylerden sakınmak.
    Üçüncüsü, kendisiyle meşgûl olup, insanların ayıplarından bahsetmemek.


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    Bir kimse, Allahü teâlânın büyüklüğünü, kudretini, yegâne hüküm sahibi olduğunu tefekkür etmedikçe (düşünmedikçe), gerçek vera’ya kavuşamaz.


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    Şu üç şey de şükredenlerin yaptığı işlerdendir.
    Birincisi, Allahü teâlânın verdiği ni’meti dâima hatırlar.
    İkincisi, iyi ve kötü kimselerin hâllerinden ibret alır.
    Üçüncüsü, Allahü teâlânın ihsân etmiş olduğu ni’metlere karşı şükür vazîfesini yerine getirinceye kadar çalışır.


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    “Velî, dâima hâllerini gizler. Fakat her şey, onun velâyetini izhâr eder. Velî olduğunu iddia eden kimse ise, kendisinin velî olduğunu söyler. Fakat herşey, onun yalancı olduğunu söyler, onu tekzîb eder.”


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    Nasîhat eden kimse, dünyâ ve âhırette azîzdir.


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    “Bir kimsede bulunan fenâ huyların en kötüsü; kibri, büyüklenmeyi sevmesi ve işlerinde ihtiyâr sahibi olmasıdır (kendi istediğini yapmasıdır). Çünkü kibir ve büyüklük, kendisinde hiçbir noksanlık bulunmayan Allahü teâlâya lâyıktır. İrâde ise, ilminde hiçbir cehâlet bulunmayan bir zâttan (cenâb-ı Haktan) olursa doğru olur.”


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    “Şeytanın insana, gâfil olduğu bir zamanda yaptığı zarar, yüz aç kurdun, bir koyun sürüsüne yaptığı zarardan daha fazladır. İnsanın nefsinin kendisine yaptığı zarar da, yüz şeytanın yaptığı zarardan fazladır.”


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    Kimin arzusu din, ya’nî âhıret olursa; bu hayırlı düşüncesi hürmetine, dünyevî işleri de âhıret işi hâline gelir. Bir kimsenin düşüncesi de dünyâ olursa; niyetinin bozukluğu sebebiyle, âhıret işleri de dünyâ işi hâline gelir.”


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    “Allahü teâlâ kullarının rızkına kefil olmuştur. Kullarına da tevekkül etmeği emr etmiştir. O hâlde insanlar, Allahü teâlânın tekeffül ettiği şey ile uğraşmayıp, teklif ettiği şeylere, ya’nî O’nun dînine hizmete koşmalıdırlar.”


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    " Her kim ki, şübhelilerden uzaklaşmadan nafaka kazanırsa muhakkak günaha, harama düşer.”


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    “Kaybolan niyetine üzüldüğün kadar, kaybettiğin hiçbir şeye üzülme. Çünkü hiçbir hayırlı amel, niyetsiz sahîh olmaz.”


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    “Hakîkî ma’nâda Allahü teâlâyı sevmek, O’nu her an zikredip, O’nunla, ünsiyyet etmektir.”


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    “Azîz, izzet ve şeref sahibi kimse; günahın kendisini zelîl kılmadığı kimsedir. Hür olan kimse; hırs ve tamahın kendisini köleleştirmediği kimsedir. Ârif; şeytanın kendisini esîr almadığı kimsedir. Akıllı; Allahü teâlâdan korkan, haramlardan sakınan ve nefsini hesaba çekendir.”


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    Kendisine “Evliyâ son nefeslerinde kötü bir hâlde ölmekten korkarlar mı?” diye sorulunca; “Evet korkarlar. Fakat bu hatarât (tehlikeler) şeklinde bir korkudur. Allahü teâlâ dostlarının, evliyânın hayatlarını karanlık bir hâle getirmeyi asla arzu etmez”


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    “Allahü teâlânın zikri ve O’na ibâdetle öyle meşgûl olmalı ki, O’ndan herhangi bir şey istemeye fırsat kalmamalıdır.”


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    Kendisine takvâ ve fütüvvetten suâl edildiği zaman, “Takvâ (haramlardan sakınmak); kıyâmet günü hesâbda, hiçbir kimsenin yakana yapışmamasıdır. Fütüvvet de, o gün hiç kimsenin yakasına yapışmamaktır.”


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    Huşû’ sahibi olanların kimler olduğu sorulduğu zaman: “Huşu” sahibi olanlar; arzu ateşi sönen, kalbindeki arzu ve maksaddan tad alma dumanı sükûnet bulan, kalbi İslâmiyete hürmet ve ta’zîm nûrları saçan, böylece nefsin arzuları ve şehvetleri ölen, fakat kalbi ve rûhu dirilen; bunun içinde a’zâları ve bedeni, huşû’ ve sükûnet içinde bulunanlardır”


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    “Her kim haram bir kuruşu alacaklısına iade ederse, nübüvvetten bir nûra kavuşur.”


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    “Evliyâyı küçük görmek, Allahü teâlâyı tanımanın azlığından ileri gelir. Her makamın kendisine has bir ehli vardır. Kim bir makama çıkmak arzu ettiği halde, o makamın ehline ya’nî o makamdakilere hürmet etmezse; o makamdan hâsıl olacak bereketten mahrûm olur. Ayrıca ulaştığı makam, yavaş yavaş o kimseyi helake sürükler.


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    “Şükür nedir?” diye sordular. Cevâbında, “Şükür, gönlünün, ni’met veren Allahü teâlâya tam bağlı olmasıdır” buyurdu.


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    “Kalbin ve vaktin, sana bir sermâyedir. Fakat sen kalbini kötü zanlarla (Allahü teâlânın sevgisinden başka şeylerle) doldurdun. Vaktini de malaya’nî, boş ve fâidesiz şeylerle geçirdin, iflâs etmiş, sermâyesini kaybetmiş olan bir kimse, nasıl kâr edebilir?”


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    " Fehim (anlamak): Üç şeyle hasıl olur. Birincisi, zihnin boş ve hazır olması. İkincisi, Allahü teâlâya (anlayış ihsân etmesi için) yalvarmak. Üçüncüsü, dünyâ ve âhıretin ne olduğunu, hakîkatini anlamış ve kavramış biriyle müzâkere etmek. Dünya ve âhıretin durumunu kavrayanlar, ancak basîret sahipleridir. "


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    “Allahü teâlânın kullarına ve dînine hizmet edecek olanların, tevâzu ve teslimiyet sahibi olması şarttır.”


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    İhlâs yedi şeyle olur:
    Birincisi, Allahü teâlâya tevekkül etmek, güvenmek.
    İkincisi, işlerini Allahü teâlâya havale etmek.
    Üçüncüsü, mahlûktan birşey beklememek. Ne isterse Allahü teâlâdan istemek.
    Dördüncü, mahlûkların za’îfliğini düşünmek.
    Beşincisi, azîz kılan ve yükseltenin, zelîl kılan ve alçaltanın kul değil, Allahü teâlâ olduğunu bilmek. Çünkü, Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde meâlen: “Resûlüm, şöyle de: “Ey mülkün sahibi Allahım! Sen dilediğine mülkü verirsin, dilediğinden de mülkü çeker alırsın. Dilediğini azîz edersin, dilediğini de zelîl edersin, hayır yalnız senin elindedir, muhakkak ki sen her şeye kadirsin.” (Âl-i İmrân-26)
    Altıncısı, öldükten sonra amellerini tartılacağını ve bunların karşılığını göreceğini, sevâb tarafı ağır gelirse Cennete gideceğini, günahları çok olursa, Cehenneme gideceğini hatırlamak.
    Yedincisi, şeytanın, işlerinde kendisine riya verdiğini hatırlamak. İhlâs, amelde doğru olmak ve yaptığını sırf Allahü teâlânın rızâsı için yapmakla hâsıl olur. İhlâsın zıddı riyadır.


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    İhlâsın üç alâmeti vardır:
    Birincisi, övülmekten korkmak. Çünkü övülmek kişinin amelini bozar. İhlâslı olan kişi, yaptıklarının karşılığını sâdece Allahü teâlâdan bekler.
    İkincisi, ihlâslı kimse, Allahü teâlânın rızâsına uygun olarak yaptığı işlerde, kınayanın kınamasından endişe etmez. Çünkü insanların ayıplamasından korkan kimse, Allahü teâlânın rızâsı bulunan birçok şeyi terk eder. Bunun içindir ki, ihlâslı kimse sâdece Allahü teâlânın kınamasından korkar.
    Üçüncüsü, Allahü teâlânın rızâsına uygun işlerde, o işi yapmama husûsunda mazeret beyân eden kimse, ihlâs sahibi olamaz.


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    Üç şey vardır ki, onları ihlâs sahibi kimseler yapar.
    Birincisi, acı da olsa, hakkı ve doğruyu konuşur.
    İkincisi, hak ile amel eder. Onu, insanların kendisine yardımı kesmeleri korkusundan dolayı terk etmez. Çünkü Allahü teâlâ ona rızâsına uygun olarak yaptığı işlerinde yardımını ihsân etmektedir.
    Üçüncüsü, Allah korkusundan yapmak istediği şeyi, insanların korkusundan dolayı bırakmaz. Çünkü, Allah korkusu, kalbindeki insan korkusuna mâni olur.


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    “Çocukların yetiştirilmesi ve terbiyeleri mekteplerde, eşkıyâlarınki hapishânelerde, kadınlarınki evlerde, gençlerinki ilimde, yaşlıların ve ihtiyârlarınki ise câmilerde olur.”


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    “Dünyâda iyilikten daha ağır bir yük yoktur. Çünkü, sana iyilik yapan seni bağlamış, kötülük yapan da, seni serbest bırakmış olur.”


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    “Mü’minin neş’esi yüzünde, hüznü kalbindedir.”


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    Şu üç şey, şefkatli mü’minin yaptığı şeylerdendir.
    Birincisi, lütuf ve ihsânda bulunmak.
    İkincisi, hilm sahibi olmak.
    Üçüncüsü, müslümanları sevmek.


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    İhlâs ne güzeldir. Ne mutlu Allahü teâlânın kendisine ihlâs lütfedip, ihlâsa muvaffak kıldığı kimseye.


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    Nasîhat” eden kimsenin üç alâmeti vardır:
    Birincisi, müslümanlara kıymet vermek.
    İkincisi, müslümanları ilminden faydalandırmak.
    Üçüncüsü, müslümanlara yardım etmeyi, onlara nasîhat etmeye vesîle ve vâsıta bilmek.


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    “İslâmiyetin, müslümanlığın aslı şu iki şeydir: “Allahü teâlânın yapmış olduğu iyilik ve ihsânı görmek (ona göre şükr etmek), diğeri ise hicran, ya’nî âhırette çok fecî ve acıklı bir hâle düşmek korkusu.”


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    “Murâkabeni, seni her an gören Allahü teâlâ için yap.
    Şükrünü; ni’metlerini senden eksik etmeyenî Allahü teâlâ için yap.
    Tâatini; kendisine her an muhtaç olduğun Allahü teâlâ için yap.
    Saygı ve huşû’unu da bir ân bile hükümranlığının dışına çıkamayacağın Allahü teâlâ için yap.”


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    Tevâzu: Beş şeyle hâsıl olur.
    Birincisi, başlangıçta hangi şeyden yaratıldığını hatırlamakla.
    İkincisi, dünyâya geldikten sonra, muhtaç bir varlık olarak yaşadığını düşünmekle.
    Üçüncüsü, dünyâda sayılı ömrünü tükettikten sonra, kokuşan bir leş ve sonra da toprak olacağını hatırlamak.
    Dördüncüsü, za’îf ve âciz olduğunu, başına gelen en ufak bir sıkıntıdan kurtulmaya bile güç yetiremediğini düşünmek. Resûlullah ( aleyhisselâm ) buyurdu ki: “Allah için tevâzu yapanı, Allahü teâlâ yükseltir.”
    Beşincisi, Resûlullahın ( aleyhisselâm )“Başlangıcı; nutfe (meni), ortası; irin, kan, bevl (idrar) ve gaita, sonu; kabrinde leşdir” hadîs-i şerîfini hatırlamak.


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    “Kanâat nedir?” diye sorulunca, “İnsanın kısmetine düşen rızkına râzı olmasıdır”


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    Fütüvveti şöyle tarif etmiştir: “Fütüvvet; evinde devamlı ikâmet edip kalanla, geçici bir zaman bir kaç günlüğüne oturan birini müsâvî görmektir.” Ya’nî, evinde bir kaç günlüğüne misâfir kalanla, aylarca hattâ yıllarca misâfir kalan veya başka türlü, mihnet ve sıkıntı veren iki kişiyi aynı tutmaktır. Hattâ uzun zaman kalana daha çok izzet ve ikramda bulunmaktır.”


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    “Kendisine halkın vasıfları sorulduğu zaman: “Apaçık olan bir zaaf ve acizlik. Buna rağmen uzun bir iddia ve da’vâ (uzun emeller)” buyurdu.


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    “Nefsin, sende mevcût olduğu hâlde, sen Allahü teâlâyı tanımak istiyorsun. Halbuki senin nefsin, daha kendisini dahi tanımış değildir. Rabbini nasıl tanıyacak?”


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    Tevazunun zıddı; tekebbür (büyüklenmek), şımarmak, azmak ve kendini beğenmektir.


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    “Yakîn nedir?” diye sordular. Cevâbında; “Yakîn; kalbin, Allahü teâlânın emirlerine itaat etmesidir” buyurdu.


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    “Îsâr nedir?” diye sordular. Cevâbında; “Başkalarının lezzetini ve rahatlığını, kendi lezzet ve rahatlığına tercih etmektir” buyurdu.


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    Nasîhat: Üç şeyle olur.
    Birincisi, kalbinde mü’minlere saygı duymak.
    İkincisi, âhırette se’âdete kavuşmayı, mü’minlere nasîhat etmekte görmek.
    Üçüncüsü, Allahü teâlânın ni’met ve yardımının nasîhatle birlikte olduğunu düşünmek.


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    “Dünyâ; hükümdârlar için gelin, zâhidler için aynadır. Hükümdârlar onunla güzelleşir, zâhidler ise âfetlerine bakarak ondan uzaklaşıp terk ederler.”


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    “Cömertlik; Allah için, nefsine düşman olmandır.”


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    “Ma’rifetin nûru kalbtedir. Parıltısı ise göğüsteki gönül gözündedir.”


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    Üç şey nasîhat edenlerin yaptığı işlerdendir:
    Birincisi, insanlar kötü işlerinden vazgeçinceye kadar, devamlı onların yaptıkları kötü işlerin başlarına getireceği âfet ve tehlikelerden bahsetmek ve onlara, doğru işlerinde yardımcı olmak.
    İkincisi, âhırete hazırlanma husûsunda, müslümanlara va’z ve nasîhat eder.
    Üçüncüsü, insanların ellerinde bulunan şeylere rağbet etmez. Eğer sâdece onların ellerinde olan dünyalıklarına rağbet ederse, onlara nasîhati terk eder. Âhıretteki kurtuluşu için, mü’minlere nasîhat etmeyi vesîle bilir. Ne mutlu, Allahü teâlânın kendisine nasîhatta muvaffak ettiği kimseye. Çünkü Resûlullah ( aleyhisselâm ), “Dikkat ediniz. Muhakkak ki, din nasîhattir” buyurmuşlardır. Cerîr bin Abdullah ( radıyallahü anh ) buyurur ki: “Resûlullaha ( aleyhisselâm ) her müslümana nasîhat etmek husûsunda bî’at ettim. Müslümanlara nasîhatta bulunan kimse, aynı zamanda kendisine de nasîhat eder.


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    Şefkat: Üç şeyle olur.
    Mü’minlerin, Allahü teâlânın katındaki derecesini ve kıymetini düşünmek.
    İkincisi, onun müslümanlara, müslümanların da kendisine olan ihtiyâcını gözönüne getirmek. Çünkü, o yalnız başına za’îf kalır. Gerek dünyâ ve gerekse, âhıret işlerinde, diğer mü’min kardeşlerinin yardımına muhtaç olduğunu hatırlamak.
    Üçüncüsü, kıyâmet günü mü’minlerin şefaatlerine muhtaç olduğunu hatırlamak. Şefkatin zıddı, düşmanlıktır.


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    Şefkatli müslümanın üç alâmeti vardır.
    Birincisi, düşmanlık etmeyi sevmemek.
    İkincisi, hasedi sevmemek.
    Üçüncüsü, kötülemek ve kusur bulmayı sevmemek.


  • Hakîm-i Tirmizî (Rahmetullahi Aleyh)

    “Kalblerin kemâli, Allahü teâlâdan korkmakdaki kemâl ile, nefslerin itminana kavuşması da, takvânın (haramlardan uzaklaşmanın) kemâli iledir.”


  • Ehlisunnetyolu.com